Devlet büyüklerimiz: “Terörle bir yere varılmaz”
Evet devlet büyükleri böyle buyuruyorlar. Bilhassa çok sayıda şehit verdiğimiz, milli vicdanın tarifsiz acılar çektiği sırada, ezberlenmiş gibi, “Terörle bir yere varılmaz. Boşuna uğraşıyorlar. Bunlar son çırpınışları” diyorlardı. Öyle sıradan sayılan bir iki şehit verdiğimizde, bunu bile çok görürler, dönüp bakmazlardı.
Acaba neden böyle konuşuyorlardı? Herkese laf yetiştirmekte pek mahir olan bu böyüklerin, egemenliğimize, birliğimize, canımıza kast eden vahşi saldırıları hakkında söyleyecekleri başka bir şey yok muydu?
Haklarını yemeyelim, bazen söyledikleri de oluyordu. Mesela, “Teröristler askerimizi, polisimizi, vatandaşlarımızı öldürüyor diye biz onları düşman olarak görmüyoruz. Suç işliyorlar diyoruz” şeklinde beyanları da oluyordu. “Güvenlik güçlerimizin mücadelesinin yanında; sosyolojik, psikolojik, iktisadi, siyasi, diplomatik gibi çok yönlü tedbirler alacağız” gibi. Ama bunlar sözde kalıyordu. Meclis’ten Irak’taki terör yuvalarına müdahale için çıkan tezkerelerin gereğinin yapılmaması gibi. Bebek katilinin hücresinden terör örgütünü, alenen yönetmesine izin verilmesi gibi.
Yine güvenlik güçlerimiz yaz-kış demeden dağlarda terörist kovalarken, bütün vatan sathında; TBMM ve malum belediyeler dahil, bölücü ve terör örgütünün siyasallaşma ve kökleşmesine terk edilmesi hatırlanmalıdır. AB uyum yasaları adı altında etnik siyasallaşmanın hukuki, sosyal, kültürel, siyasi ve psikolojik alt yapısını oluşturacak düzenlemelerin yapılması ne acı. Anayasayı çiğneyerek, paralel bir dil yaratacak olan TRT-6’nın Kurmanç lehçesinde yayın yapması, malum medyanın 24 saat beyin yıkamasına seyirci kalınması; ülke bütünlüğü ve milletin birliğinin, tek yönlü her çeşit saldırılarla bozulması, teröre tavizin sonucu mudur?
Medya bilgilerine göre, terörist başının bu şartları seçimlerden sonra yapılacak olan “Yeni” anayasa ile karşılanacakmış. Buna rağmen seçimleri beklemeye tahammülü olmadığı anlaşılan PKK, yeni bir devlet yapılanması için fiili (De fakto) bir durumun yaratmak üzere harekete geçmiştir. Nitekim “Özerklik Çalıştayı” nda, yasaların değişmesi beklemeden iki dilli, iki kimlikli iki bayraklı bir düzenleme ile “özerk Kürdistan” yönetimini kurarak, paralel bir devlet yaratılacağı açıkça ilan edilmiştir.
PKK’nın planına göre; yaratılacak olan bu fiili durum, seçimlerden sonra yapılacak olan anayasa ile hukuki bir kılıfa bürünecek, iki devletli bir federasyona ulaşılacaktır. Sonrası şartlara bağlı olacaktır.
* * *
Bitmedi. BOP eşbaşkanlarından Talabani 23.12. 2010’da yapılacak olan Ekonomik İşbirliği Teşkilatı (EİT) toplantısına 2 gün önce geldi. Sırasıyla Cumhurbaşkanı Gül, “Demokratik Toplum Kongresi” (PKK’nın Meclisi) eşbaşkanları Ahmet Türk-Aysel Tuğluk ve Sırrı Sakık’la ve Başbakan Erdoğan-Davutoğlu ikilisiyle görüştü.
İlginçtir Gül ve Erdoğan, hiçbir açıklama yapmazken Talabani, “Şiddet dönemi bitmiştir. Sorunlar siyasi diyaloglu çözülmelidir” açıklamasını yaptı. Ahmet Türk ise ‘Mam Celal’ diye hitap ettiği “Talabani’nin, Kürt sorununun barışçıl yöntemlerle çözülmesi için çalıştığını” söyledi.
Anlaşılan PKK yatakçısı Irak Cumhurbaşkanı ve BOP eşbaşkanı Talabani’den yardım istenmiş. Yani kediye ciğer emanet edilmiş.
Yeni anayasada PKK istekleri karşılanabilir mi sorusuna Gül; “Bunu bugünkü terör olaylarıyla bağlantılı kılmak istemem. Çünkü o zaman sanki terörle bir yere varılabilir diye görülebilir. Ama bunlara özgüvenli bakmalıyız” cevabını veriyor. (21.9.2010 Hürriyet)
Demek ki, terörle bir yere gelinirmiş. Hem de nasıl? Öyleyse büyüklerimiz neden böyle konuşuyorlardı?