Dertleşme...
Ölüm olur, doğum olur...
Kaza olur, bela olur...
İnsan, hayatında topu topu kaç defa ihtiyaç duyar ki var olduğunu sandığı kalelerin var olduğunu görmeye?..
Kaç defa sevdiklerini "boşu boşuna" sevmediğini, sevildiğini zannettiklerince sahiden de sevildiğini hissetmek ister?
Varlıklarını varlığının "garantörü" addettiklerinin "yok olmadığını" bilmeye kaç defa ihtiyaç duyar bir insan hayatında; kaç defa "güvende" olduğunun fısıldanmasını bekler kulağına?
***
Klişeler sözlüğünde "turnusol testi" diyorlar buna;
"Kim kimdir-kim değildir" ayırmaya yarıyor kısaca.
Gök gürültüsüne döner bazen öfkelerimiz, bazen şimşekler çakar aramızda, yıldırım gibi düşer sözlerimiz yüreklerimize bazen yakar, kavurur... Fırtına kopar; koparır birbirine kenetlenmiş ellerimizi; güneş yüzünü yeniden gösterene kadar savurur bir kasırga "biz"i "biz"den uzaklara...
Ama...
Ben zannederdim ki hepsi gelip geçici... İklimler gibi...
Sert kışlarımız olur elbet, soğur içimiz, buz keser her yan velakin bir baharı vardır illaki; yeşerir kökü bizde olan "hukuk"umuz yeniden; çiçeklenir , "özkardeş"ler açan dallarında ulu çınarın...
Ve zannederdim ki, bir Eylül sabahı darağaçlarında imtihan edilmiş bir "dava", bütünlemeye kalmış çocuklar gibi yeniden imtihana sokulmaz bir Eylül sabahında...
Çünkü bu öyle "aklanmış", öyle "haklı çıkmış", öyle sınavlardan "geçmiş" ve "geçmiş" yani, edilmese de "takdir"i hak etmiş, edilmese de "teşekkür"ü hak etmiş, bütün "dünyevi" hesapları aşıp "ulviyet"e erişmiş, "ermiş" bir dava ki; düşmez fani hırsların girdabına, elinin tersiyle iter ibret almayanlarca tekerrür ettirilmeye çalışılan tarihi...
***
Şimdi, içinde nasıl kulaç atılır hiç tecrübe etmediğim bu derin düş kırıklığında boğulmak üzere hissederken bile "yanılmışım" yazmaya varmıyor elim...
Siz söyleyin...
Önceki gün, (arada verdiğim küçük bir mola haricinde) kuruluşundan bu yana içinde olduğum, oldum mu bilmiyorum ama piştiğim, yoğrulduğum, -yazı kahramanım, idolüm benim- rahmetli Necdet Sevinç'ten, Necati Sepetçioğlu'ndan, hasta yatağından bile cesaretlendirmeyi, yüreklendirmeyi ihmal etmeyen bir "duruş", "tavır" adamı Altemur Kılıç'tan "el alma(!)" onurunu yaşatan gazetem en olmayacağı, asla olmayacağı şey olmakla suçlandı dört yazarına düzenlenen "operasyon" üzerinden...
Kimseden değil ama...
Yıllarca Türk Milleti'ne seslerini duyurmak için çırpındıklarımızdan, iktidara taşımayı vaat ettikleri Türk Milliyetçiliği, yani bu ülkenin kurucu değeri diye, Cumhuriyetin yapı taşı diye gecemizi gündüzümüzü bilmeden peşlerinden gittiklerimizden, sırf onlara reva görülene onlardan bile kararlı bir tonda itiraz ediyoruz diye ruhlarına dahi duyurmadan, sessiz sedasız ve fakat başımız dik uğurlarına yargılandıklarımızdan, herkes çekip gittiği gün "biz varız" dediklerimizden, içeride ne kadar şikayetçi olursak olalım dışarıya karşı "gözünün üstünde kaşın var" diyene bile arslanlar gibi kükreyerek savunduklarımızdan, tarzlarına, üsluplarına, tercihlerine karşı çıksak da bir gün bile makamlarını, sıfatlarını, onurlarını ezdirmediklerimizden, "Derviş"lerle tasfiyelerine direndiklerimizden, "kaset"lerle tasfiyelerine direndiklerimizden, "bağımsız ülkücüler"le tasfiyelerine direndiklerimizden, mezardakilerin bile oy kullandığı "sivil darbe" gününde sonumuzu düşünmeden "herkese karşı" yanlarında durduklarımızdan ve her seferinde "onlardanız" diye maddi-manevi ağır faturalar ödemek durumunda kaldıklarımızdan...
Sadece onlardan ama...
Bir "geçmiş olsun" bekledim kendi adıma...
Muhtaç olduğum için değil hayatımı bir sanrıya adamadığımı ispat için cümle aleme...
Gelmedi.
"OHAL şartlarında, o meçhul ihbarcının iftiralarının ciddiye alınması halinde başımıza nelerin gelebileceğini çok iyi bildikleri bugün bile" diyebildiklerine dair çok şeyim var yazacak; çok şeyi yazmaya hakkım var... Ama yapmayacağım, kalemimi zemheride rehin bırakmayacağım; sözcüklerden "bahar"a yollar yapacağım!
***********
İskender Öksüz noktayı koymuş ;
Öyle sükutlar vardır ki en ihanet dolu sözlerden daha haindir!
*****
O misal işte...
---------
İster Hallacı Mansur ile Şibli'ye, ister Pir Sultan Abdal ile Hızır Paşa'ya yorun... Darağacına çıkarılan idam mahkûmu kalabalığın attığı taşlara bir "ah" etmez de dost bildiğinin fırlattığı gül yakar ya canını; tam da öyle bir acı çöktü dün bu sayfayı gördüğümde içime...