Kahramanmaraş merkezli deprem kendiliğinden mi oldu, yoksa depremi tetikleyen bir el mi vardı?
Sınırlarımızda dolaşan ABD gemilerinin sırrı neydi? Ülke olarak nereye gidiyorduk?
Önce kısa bir tarihî gezinti yapalım.
1800''li yıllardı, o zamanki Dünya''nın jandarması İngiltere, Avrupa''dan İtalya, Fransa gibi Batılı devletleri de kullanarak Osmanlı İmparatorluğu''nu yıkmakla meşguldü.
Bunun için önce Osmanlı Devleti''nin kökleşmiş kurumu Yeniçeri Ocağı ortadan kaldırılmalıydı! Ve Osmanlı''yı ayakta tutan bu ordu, 1826 senesinde Sultan II. Mahmut devrinde büyük kavgalar sonucunda İngilizlerin içerdeki sadık dostlarının da etkisiyle tamamen yıkılıyordu.
Yıllar ilerliyor ve sıra Padişahlığı döneminde fedakârane çalışmalarla devleti her bakımdan daha güçlü duruma getiren Padişah Abdülaziz''in bir kenara itilmesine geliyordu! Burada en büyük rolü İngiltere''nin İstanbul Sefiri/Büyükelçisi Sir Henry Elliot oynayacaktı.
Planlar yapıldı ve uygulamaya geçildi. Zaten devletin içinde Vükela''nın yani Başbakan ve Bakanların tamamına yakını kendilerine çalışan iki yüzlü münafık takımından değil miydi? Hatta Sadrazamlardan Fuat Paşa bir keresinde Batılılara "Siz içerden biz dışardan şu Osmanlı''yı yıkamadık" dememiş miydi?
Plana göre önce Padişah Abdülaziz çeşitli bahanelerle gözden düşürülür ve Şeyhülislama da imzalatılan fetva ile görevden alınır. Yerine 1876''da Beşinci Murat getirilir. Fakat Murat''ın ciddi hastalıkları vardı. Zaman zaman sinir krizleri geçiriyordu. Bir müddet sonra iş terse döner de Abdülaziz tekrar başa geçerse durum kötü olurdu! Onun için kısa sürede Abdülaziz''in ortadan kaldırılması lazımdı! Ve her tarafı sarmış bu İngiltere destekli iki yüzlü münafık ekip, yaptıkları gizli planla Abdülaziz''i intihar süsü vererek öldüreceklerdi.
Fakat bir padişahın öldürülmesi, Osmanlı gibi geleneklerine ve halkı Padişahına bağlı devlette kontrol edilemez hadiselere sebep olabilir ve içerde bu işi yapan dostların sonları feci olabilirdi! İşte bu duruma tedbir gayesiyle, ortada bir savaş vs. bir sebep olmamasına rağmen denizcilik teamüllerine aykırı olarak İngiliz donanmasına İzmir limanına demir attırılır. Burada amaç, Abdülaziz''in katledilmesi sonucu halk kesiminde doğabilecek infial ve ayaklanmanın, donanma kuvvetlerine aniden İstanbul işgal ettirilerek bastırılması düşüncesi idi. Ve normal savaş kurallarının dışında olan bu iş, Osmanlı''ya 500 yılın bir meydan okuması olacaktı.
Sonunda ne mi olur? Kurulan düzen dâhilinde Padişah öldürülür; ve bu sebeple kamuoyunda oluşan infial sonucunda da planın başoyuncusu Ordu Komutanı Hüseyin Avni Paşa''nın Padişah taraftarlarınca öldürülmesiyle sonuçlanır.
Nihayetinde, plan ufak zayiatla uygulandığı, halk ayaklanması gibi önemli olaylar da olmadığı için İzmir limanına demirlemiş olan İngiliz donanması da İngiltere''ye geri döner.
Fakat İngiltere, Osmanlı''yı yıkma planını uygulayacaktı ya… Öyleyse yine geleceklerdi; ve bilindiği gibi bu olaydan 42 sene sonra İngiliz Donanması 1. Dünya Harbi sonrası gene geliyor ve İstanbul''u işgal ediyordu. Bu anlattıklarım hayal değil, tarih kitaplarında yer alan kesin gerçeklerdi. Şimdi bu anlatılanları aklımızda tutalım ve aşağıdakileri okuyalım.
***
Sene: 2001
Yer: New York
Her şey 11 Eylülde New York''taki İkiz Kuleler''e yapılan uçak saldırılarıyla başlamıştı. Aynı günde Pentagon denen Washington''daki Millî Savunma Bakanlığı binası ile ABD Kongre binasına da uçak saldırısı yapılmış, sadece kongre binasına yönelen uçak hedefini bulmamıştı. 3 bine yakın insanın öldüğü olay sözüm ona bir terör örgütünün işiydi.
İsa Peygamberin doğumundan 2000 sene sonra Dünya gezegeninde bir şeyler oluyordu. Bugüne kadar benzeri görülmemiş, insan havsalasının almayacağı değişik olaylardı bunlar.
Her sabah neredeyse güllük gülistanlık diyerek uyandığımız bir Dünya''da, bu olay bir milat olmuştu ve bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı; yeryüzünde huzur kalmayacak, Dünya bir fitne topuna dönüşecekti.
İşgaller silsilesi başlıyor ve İkiz Kuleler olayını bahane eden ABD ilk olarak Afganistan''ı işgal ediyordu. Dehşet, korku, kan ve gözyaşı…
Esas plan Orta Doğu üzerineydi. 2003 yılına geliniyor… ABD''nin Irak''a karşı "Demokrasi ve istikrar" vaadiyle başlattığı savaşın sonucu kan ve gözyaşı oluyordu; orantısız zalim bir güçle gökten ateş yağdıran ABD; birkaç yılda asker, sivil, kadın çocuk, yaşlı genç demeden 2 milyondan fazla insanı katlediliyordu.
Sonraki yıllarda açlık ve kötü hayat şartları sebebiyle ölen, sadece çocukların sayısı ise 500 bini geçiyordu. Şehirler yerle bir ediliyor, taş taş üstünde bırakılmıyordu; ve böylece bir devlet darmadağın ediliyor, insanlar yurtlarını terk ediyor, göçler başlıyordu.
Acaba İsa Peygamberden 600 sene önce yine Irak''ta hüküm süren Babil Hükümdarı Nebukadnezzar, Yahuda devletinin baş şehri Kudüs''ü ve Süleyman Mabedi''ni yıktırırken ve Yahudileri bölgeden sürerken bu kadar zalim olmuş muydu?
Ve 30 milyon nüfuslu Irak''tan 5 milyondan fazla insan perişan halde Batı devletlerine sığınmak için kaçıyor; üçe bölünmüş Irak''ta geride kalan zavallı insanlar yaşama savaşı veriyor, yine 5 milyondan fazla insan ülke içinde yer değiştiriyordu.
Ve geçmişte karaya vurmuş bir balinanın yaralarını sarıp denize salan medenî Dünya, milyonları geçen insan katliamlarını ölü sessizliğine bürünmüş seyrediyordu!
***
Yıllar ilerliyor, 2011''e geliniyordu. Dehlizlerde tokmaklara vuruluyor, sıra Suriye''ye geliyordu. Dünyanın efendileri Büyük İsrail''i kurmak için kolları sıvamıştı bir kere. Aynı kahredici acıklı oyun bu defa Suriye halkı üzerinde oynanacaktı.
Burada farklı bir taktik uygulanıyor ve Suriye Devleti güneyde bırakılıyor, kuzeyde muhalif Özgür Suriye Kuvvetleri ile cephe oluşturuluyordu.
Değişik milletlerden ve dinlerden oluşan ve yüz yıldır kardeşçe yaşayan Suriye halkı böylece önce ikiye sonra da 16 çeşit gruba ayrılacaktı. Yine ABD baştaydı ama Suriye Devleti, Özgür Suriye kuvvetleri, Rusya Federasyonu, Batılı Koalisyon Devletleri, IŞİD, PKK, PYD, YPG derken otuz iki çeşit devlet ve grup, sonu gelmez bir kör döğüşüne girişecekti.
Sözde medenî Batının uçakları, Arap, Türkmen, Kürt, Ermeni, Rum, Süryani, Çerkes, Yezidi, Nusayri gibi daha birçok değişik milletler ve dinlerden müteşekkil Suriye halkının tepesine ateşli demir yağdıracaktı. En başta gelen stratejik hedefler ise, halkın en kalabalık bulunduğu pazar yerleri, çarşılar, hastaneler, okullar, istasyonlardı. Aynen Irak''ta yapıldığı gibi kadın, çocuk, yaşlı, genç demeden insanlar ortadan kaldırılmalıydı! Amaç Büyük İsrail''e alan açmak için nüfus seyrekleştirmesi idi; ve bu arada 18 milyon nüfuslu Suriye halkından 13 milyonu yer değiştiriyor, bunlardan 8 milyonu per perişan halde vatanlarını terk ediyordu.
5 bin yıllık "Savaşlarda kadına ve çocuğa kılıç kalkmaz" kanunu nerde kalmıştı? Batı medeniyeti bu muydu? Aslında Batı medeniyetini dünyaya barbar gösteren ABD-İsrail ortaklığı değil miydi?
Ve bütün bu olup bitenleri her gün televizyonlarda uzunlu kısalı, boy boy seyrettiğimiz dünyanın anlı şanlı liderleri yaptırıyordu;
Fakat ne yazık ki, bütün insanlığın gözleri önünde cereyan eden, Firavunlar dönemine taş çıkartacak bu insan katliamını, medeni dünyanın aydınları da ölü sessizliğine bürünmüş seyrediyordu!
Çoğunluğu Müslüman olan bu ülkelerdeki katliamlara Türkiye''den ise, şan ve şereflerle dünyaya insanlık ve adalet timsali olmuş merhametli Türk milletinin önüne set olmuş bir siyasetten, neticesi olmayan "One minute" sesinden başka bir tepki gelmiyordu.
Büyük İsrail Projesinin sınırları Türkiye''nin güney doğusunu da içine alıyordu ya, o halde sıra Türkiye''deydi. ABD patentli Sioncu politika burada da uygulanmalıydı; ve Türkiye raftan indirilip masaya yatırılıyordu. Burada iyi düşünülmeliydi, zira Türkiye diğerleri gibi değildi! Bir taraftan Osmanlı bakiyesi güçlü bir manevi yönü vardı, bir taraftan Cumhuriyet Türkiye''sinin zinde güçleri, aydınları vardı ve tarihte 16 devlet kurmuş uyanık bir milleti vardı; ayrıca kuvvetli bir bürokrasisi ve hepsinin ötesinde dünyanın sayılı ordularından birine sahipti! O halde önce bunlar iyice bir hırpalanmalıydı! Nasıl olsa söz dinleyen bir siyasi otorite vardı! Nitekim öyle oluyor; Ergenekon davaları, casusluk davaları, balyoz davaları, 15 Temmuz olayı sonrasında Türkiye Cumhuriyeti Devleti''nin ordusu ve kamu bürokrasisi kendi içinde yıpratılıyordu.
***
Tarih tekerrür ediyordu. Sıra gelmişti işgale! İyi de bu nasıl olacaktı? Açık işgal göze batardı ve sorun çıkarırdı! O halde burada daha ince bir taktik uygulanmalıydı! Peki, ne yapmalıydı? Kimsenin bilmediği en ileri teknolojik silahlar kullanılmalıydı!.. Deprem silahı!
Zaten taa 21 sene önce "Millenium Challange" yani "Binyılın Meydan Okuması" ismi verilen tatbikatta bunun işaretleri verilmemiş miydi? 2002 yılında ABD''nin Nevada eyaletinde yapılan NATO üyesi olmasına rağmen Türkiye''nin davet edilmediği, Lozan Antlaşması''nı hatırlatırcasına 24 Temmuzda başlatılan, Sakarya Savaşını hatırlatırcasına 22 gün sürdürülen ve üç tarafı denizlerle çevrili bir ülkenin hedef seçildiği işaretleriyle Türkiye''yi gösteren tatbikat vardı ya; burada deprem sonrası hedef ülkenin işgali senaryosu tatbik ediliyordu.
Kıymetli okuyucu buraya dikkat! Ortada açık bir gerçek var; "deprem" gibi bir tabiat olayı "savaş" gibi insan yapısı bir olayla birleştiriliyor ve askerî tatbikata konu ediliyor.
Zaten Dünya''nın değişik yerlerinde denenmiş teknolojik HAARP silahı, Büyük Marmara depreminde Türkiye''de de kullanılmıştı ya!.. Bir gün arayla İstanbul''da ve Güneydoğu''da uygulanacak sarsıcı depremlerle felç olmuş bir ülkeye yardım bahanesiyle girmek kolay olacaktı; ve tabii ki üretilen çeşitli bahanelerle bir daha çıkmamak üzere!..
Ayrıca bu sayede bilhassa Güneydoğu''da örtülü nüfus seyrekleştirmesi de yapılmış olurdu. Yabancıların toprak satın alması serbest olduğu için de şirketler vs. yoluyla halkının uzaklaştığı bölgeden yavaş yavaş toprak alınırdı. Suriye ve Orta Doğu''nun kuzeyini kapsayacak genişlikteki bir depremle Dünya nüfusunun azaltılması projesine destek olmakla da bir taşla üç kuş vurulmuş olurdu.
Önce Danimarkalı aşırı sağcı bir parti liderine İsveç ve Danimarka''da Müslümanların Mukaddes Kitabı Kur''an-ı Kerim yaktırılır, sonra bu olay sebebiyle Türkiye''de terör olabilir bahanesinin arkasına sığınıp İstanbul''daki bir kısım yabancı konsolosluklar kapattırılır; teamülleri hiçe sayarak küçük Türk bayraklı fakat inadına dev ABD bayraklı Amerikan savaş gemisi USS Nitze Boğaz''da gezdirildikten sonra, Cumhurbaşkanlarının çalışma bürosu olarak kullandığı Dolmabahçe Sarayı''nın karşısına demirlettirilip, bir de ABD Büyükelçisi''nin güvertede çekilmiş resmi medyaya servis ettirilir! Alın size meydan okuma! Bu olaylar bir planın birbirine bağlı zincirlerinin halkaları değil de nedir? Denizcilik geleneklerine aykırı dev bayrak taşıma olayına hükümet cephesinden ve dışişlerinden resmî bir karşılık verildiği de duyulmadı.
...
Bu arada Türkiye''deki depremlerden ne hikmetse tam da iki gün önce, 6 bin personeli, 85''ten fazla savaş uçağı ve helikopter barındıran, ABD''nin 330 metrelik dev uçak gemisi Yunanistan''ın Pire limanına demirler. Zaten ABD, yıllardan beri Yunanistan''ın Dedeağaç, Girit adası vs. mevkilere askerî yığınak yapmamış mıydı?
ABD Donanmasına ait savaş gemisi USS Nitze ise İstanbul açıklarındadır. Geminin deprem tetikleme fonksiyonunun da bulunduğu iddiası medyaya yansır. Büyük Marmara depreminde de bir ABD savaş gemisi Gölcük''te demirlemişti ve deprem gece saat 3''e ayarlanmıştı ya!.. Şimdi de geceye ayarlanır; önce İstanbul Kâğıthane''de gece saat 03.15''te düğmeye basılır. A a! Noldu? Deprem etkisi zayıf kaldı! Şiddet 3,0… Bir teknik hata mı oldu!? Bilinmez. Depremin sesiyle uyananlar sosyal medyada "Sanki ses bombasıydı" gibi paylaşımlar yaparlar. Bu arada Prof. Naci Görür de, Sosyal Medya hesabından, Kâğıthane''de bir deprem yaşanmadığını söyler.
Her ne ise, planda aksaklık meydana geldi! Ama burası planın bir parçasıydı, ana plan devam etmeliydi! Ertesi gün Güneydoğu''daki deprem patlatılırdı! Ve yine işgale kapı aralanabilirdi!
Yine gece, saat 04.17''de ama bu defa 7,7 şiddetinde Kahramanmaraş Pazarcık merkezli tam 11 vilayetimizi içine alan ve Orta Doğu''nun kuzeyini etkileyen korkunç deprem!... Yetmedi aynı gün öğle üzeri saat 13.24''te Kahramanmaraş Elbistan merkezli 7,4 büyüklüğünde bir deprem daha!… Felaket, şaşkınlık, şok, kargaşa, acı ve üzüntü!... Yerle bir olan on binlerce bina, yıkılan şehirler, 50 bine yaklaşan ölüm, yüz bini geçen yaralı ve yıkılan yuvalar, kaybolan hayaller…
Kıyameti hatırlatan bu felaketle ilgili, MHP lideri Devlet Bahçeli Kahramanmaraş''ta, dikkati çeken bir açıklama yapmıştı ve aynen "Bu büyük felaket mucizelerle anlam kılınmış içinde sır olan bir olay gibi geliyor bana." ifadelerini kullanmıştı.
Kahramanmaraş''ta meydana gelen depremler çevre ülkelerde de yıkıma neden olurken, Türkiye uluslararası yardım çağrısı yapar.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, "Dördüncü seviye alarm ortaya koyduk. Dördüncü seviye uluslararası yardımı da içeren bir alarmdır. Bu açıdan şu andaki son durumumuz bu." diyerek uluslararası yardım çağrısı yapar ki, felaketin büyüklüğü göz önüne getirilirse bu çağrının kurallara uygun ve gerekli bir davet olduğu anlaşılır.
Ancak her ne hikmetse ABD, yardımını savaş gemileriyle yapmak ister ve haberlere göre; ABD Savunma Bakanlığı sözcüsü Patrick Ryder ülkesinin, arama kurtarma ve insanî yardım çalışmalarına destek için George Bush Uçak Gemisinin Türkiye''ye gönderildiğini açıklar.
Ayrıca bölgede ABD''nin Akdeniz''de dolaşan irili ufaklı 10''a yakın savaş gemisi daha vardır. Ne tuhaf değil mi? 85 savaş uçağı taşıyan dev gemiyle depreme insanî yardım götürmek!.. Tamam, gemide başka askerî personel de var ama herhalde insanî yardım böyle yapılmaz. ABD, teklifinde iyi niyetli olsaydı, yardımını dev kargo uçaklarıyla da yapabilirdi.
Nitekim, ABD''li yetkilinin açıklamasından sonra Pire Limanı''nda demirli dev uçak gemisi Türkiye''ye doğru hareket etmek üzere demir alır. Bu sırada Türk Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu "ABD uçak gemisine izin vermeyiz. Savaş gemisine… Ne ihtiyacımız var?" diye basına beyanat verir.
İskenderun limanına doğru yol alan gemi Meis adası yakınlarından geri döner.
Her ne ise olmadı, planda aksamalar var, şimdi olmayacak gibi!... Böylece başka bahara kalan işgal!..
Ve arkasında birçok soru işaretleri bırakarak Akdeniz''de dolaşan gemiler…
Peki, bundan sonra ne olacak?
Türkiye masaya konmuştu bir kere…
İnsanın söylemeye dili varmıyor ama tarih tekerrür ederse bu defa da 3. Dünya Savaşı sonrasında mı gelmeye teşebbüs ederler? Hani hep söylüyorum y,a tam yirmi senedir tahmin ettiğim ve Ukrayna-Rusya savaşı ile başlamış olan 3. Dünya Savaşı''nın iyice alevlenip dünyanın birçok ülkesini sarması an meselesi... Ve acı gerçek şu ki, önümüzdeki yıllar sıkıntılı… En doğrusunu Yüce Allah bilir; ama her şey 2026''ya kadar olup bitecek gibi görünüyor.
Kıymetli dostlar, maalesef biz siyasetin gayya kuyusunda debelenirken el âlemin oğlu planlar yapmakla meşgul. Her türlü görüş farkını bir tarafa atıp birlikte hareket etmemiz gereken zamandayız.
Önümüzdeki günlerde yine ortalığa deprem gibi tahmin edilmeyen başka bir olay mı sürülür? Yoksa Yunanistan, 12 mil meselesinden kriz mi çıkarır? Bilinmez. Ama Devlet adamlarımız çok dikkatli olmalı ve uzun süredir dillendirilen Yunanistan savaşı kışkırtmasına meydan vermemelidirler.
Ve eğer ülkemizde huzur istiyorsak zıtlaşma siyasetinin ülkemizi getirdiği noktadan barış, huzur ve kardeşlik siyasetine dönüş yapılmalıdır. Ayrıca seçimlerin yaklaştığı şu günlerde de iç karışıklık çıkmaması için yatıştırıcı ve sakinleştirici bir dil kullanılmalıdır.
Şu da bilinmelidir ki, milletimiz askeriyle, siviliyle dimdik ayaktadır. Türk milleti hiçbir zaman esir olmamıştır ve olmayacaktır. Nasıl ki, Millî Kurtuluş Savaşında Mustafa Kemal Atatürk''ün liderliğinde bütün istilacıları süpürerek destan yazmışsa şimdi de aynısını yazmaya hazırdır! Onların planları varsa Yüce Allah''ın da planları vardır.