İşte Umut Çor''un o yazısı:
Mersin''de büyük depremin ve artçılarının şokunu bir günde atlatıp ailemi güvende gördükten sonra ikinci günün sabahı Antakya''ya gitmeye karar verdim. Kuzenimle arabasına erzak doldurup yola koyulduk. 1999 Gölcük ve Düzce depremlerinde görevli bir TV muhabiriydim. O nedenle karşılaşacağım manzaraya az çok hazırlıklıydım ta ki oraya varıncaya kadar...
Antakya''ya girer girmez kendimi abartılı bir Hollywood yapımı felaket filminin içinde buldum sanki. Şehrin yarıdan fazlası yıkılmıştı. Ne gelen vardı ne giden, binlerce insan kurtuldukları enkazların başında göz yaşı döküyordu. Erzakları kısa sürede dağıttık. Araba da ne varsa tükenmişti.
O sırada bir anne, kucağındaki bebekle yanıma yanaştı ve bebeğinin aç olduğunu, sütümüz olup olmadığını sordu.
Sütümüz yoktu...
Kahroldum.
Belli ki enkazdan çıkmış bir genç geldi sonra.
-Abi yiyecek bir şey var mı? diye sordu...
Hiçbir şey kalmamıştı.
O zaman karar verdim.
Hemen Mersin''e dönüp kendi yardım organizasyonumu kuracaktım. Kuzenim Ayşegül ve eşi Turgut''un minibüsleri vardı. Hemen onları aradım. Ve durumu anlatıp ertesi gün erkenden yola çıkmamız gerektiğim söyledim. Onlar da işlerinden izin alıp organizasyona katıldı. O kadar çabuk organize olduk ki!..
Bir arkadaşımız tüple ocağı, bir diğeri ekmekleri, bir diğeri yemek kaplarını getirdi. Yola çıkacağımızı duyan dostlar ellerinden geldiğince erzak tedariği yaptı. Kaynak ustalığından gelme arkadaşım Cengiz de belki arama kurtarma çalışmalarına faydam olur diyerek aramıza katıldı.
Sıkışık trafikten dolayı 4 saatlik yolu 7 saatte aldık. Antakya''ya vardığımızda hava kararmıştı. Önce ilaç ve yakıt ihtiyacı olan tanıdıklara getirdiklerimizi bıraktık. Mutfağımızı kuracak yer ararken CHP Milletvekili Serkan Topal''la tanıştık. O da bölgede organizasyon yapmak için çabalıyordu. Bize en çok ihtiyaç olan yerin Defne''de Çekmece Mahallesi olduğunu söyledi. Ve aracıyla eşlik ederek gece bizi bir köşe başına bıraktı. Minibüste uyuduktan sonra günün ilk ışıklarıyla Mutfağımızı kurmaya başladık.
Bulunduğumuz yer bir benzin istasyonu önüydü. Birkaç giyim yardımı tırı gelmiş, giysileri gelişi güzel ortalığa bırakıp gitmişti. İnsanlar yerlerdeki giysileri karıştırıp giyecek bir şey bulma peşindeydi. Kısa sürede ilk çorbamızı çıkardık. İnsanlar çekinerek yanımıza yaklaşıp sıcak çorba için sıraya girmeye başladı. ''-Üç gündür boğazımızdan ilk kez sıcak yemek girdi ''deyip bizlere teşekkür ediyorlardı.
Birkaç gün önce bizler gibi hayatları olan, sıcak evlerinde aileleriyle mutlu yaşayan insanlar bir anda bu duruma düşmüştü. Hava soğuktu. İnsanlar kurdukları çatmalarda, arabalarda yatıyor, enkazdan bulabildikleri tahtaları yakarak ısınmaya çalışıyorlardı. Su yoktu, elektrik yoktu, ilk günler telefon ve internet yoktu. Tuvalet yoktu. Yıkık bir caminin tuvaletini kullanmaya gittiğimde çıkan farelerle irkildim. Herkes tuvaletlerini duvar diplerine yapmak zorundaydı. Bulunduğumuz bölgede sadece gönüllü kurtarma ekipleri vardı. Erzak tırları ulaşmaya başlayınca başka bir sorun belirdi... Kaos...
Gelen yardım tırı şoförleri tek başına olduklarından yardımları nereye indireceklerini bilemiyordu. Koca bir tır dolusu suyu orada birkaç kişi indirmek zorunda kaldık. Kamyonlar getirdikleri erzakları insanların üzerine atıyor, kimi fazla fazla alıyor kimi eli boş kalıyordu. Bu şekilde yardım dağıtanlara müdahale ettik. Ve oradakilerin insan olduğunu kafalarına atarak yapılan yardımın yardım olmadığını anlattık. Telkinlerimizden sonra yardım tırları artık bölgedeki organizasyonu bize bırakmıştı.
Gelen erzaklar kurduğumuz minik mutfağın etrafında toplanıyor. İhtiyaç sahiplerine adaletli şekilde dağıtılıyordu. Bu konuda en büyük yardımı bölgeye yeğenleri ve çalışanlarıyla Ankara''dan gelen iş insanı Emrah Öniz''den aldık. O ve ekibi erzak dağıtımı görevini başarıyla üstlendi.
İlk gün tanıştığımız depremzede Uslu ailesinin de çok yardımları oldu. Evlerini, işyerlerini kaybetmişlerdi. Onlar da Anne Aynur baba Mithat ve kızları Yıldız minibüslerinde kalıyorlardı. Hem yemek yapımına hem temizliğe hem de dağıtıma yardımcı oluyorlardı. Kısa süre sonra bulunduğumuz yer bir merkeze dönüştü
Artık büyük bir aile olmuştuk. Onları teselli ediyor; birlikte gülüyor, birlikte ağlıyorduk. O güzel insanları depremin yarattığı ağır depresyondan çıkarmak için küçük şakalar yapıyor biraz olsun tebessüm etmelerini sağlıyorduk. Evet biz orada günde 500 kişiye yemek, binlerce kişiye erzak dağıtıyorduk ama en önemlisi onların yüreklerine dokunuyorduk.
Bir akşam şık pardesüsü ve fuları, yanında cooker cinsi köpeği ile bir amca çıkageldi. Kuzenim Ayşegül''ü sordu. Kızımla sohbet etmeye geldim dedi ve saatlerce anlattı.
İnsanlar öyle nezaketle gelip bizlerden çorba ya da erzak soruyorlardı ki biz utanıyorduk. İşte böyle güzeldi Antakya''nın insanları...
Ve kötüyü de gördük. Evleri başlarına yıkılan insanlar bu kadar vakur ve iyi niyetliyken çevreden hırsızlık ve yağma haberleri gelmeye başladı. 5. günden sonra özel harekât polisleri görülmeye başlandı. Sürekli teyakkuz halindeydiler. Türkiye''nin bütün aşağılık hırsız ve yağmacıları bölgeye akmıştı. 6. gün beraberimizde gelen Cengiz''in bir kişinin kurtarılmasında yardımcı olduğu haberi bizi mutlu etti.
7. gün geldiğimizde güvenlik sorunları çoğalmıştı. Çadır kentler kurulmaya başlanmış, yardım tırları çoğalmıştı. Bizler artık dönmek zorundaydık. 6 gün boyunca minibüste yatmıştık. Bedenlerimizin yorgundu ama manevi huzurumuz bizi ayakta tutuyordu. Gözlerimiz dolu oradan ayrılırken kalbimizi de oraya bırakmıştık.
Unutamadığım anılarımdan biri de deprem felaketini yaşayan Antakyalı köylülerin yemek yaptığımız alana kendi ürettikleri sebzeleri getirip bizlere yemek yapmamız için bırakmalarıydı.
Onlar da deprem felaketini yaşamışlardı ama yine de kentteki durumu görüp bizlere sebzeler getirip destek oluyorlardı. Bir gün ineklerinin sütlerini sağan bir köylü bize 30 litre süt getirdi kaynatıp depremzedelere dağıtmamızı istedi. Antakyalıların bu yüce davranışları biz de büyük bir minnet ve sevgi uyandırmıştı.