Deniz Bölükbaşı'na veda niyetine...

İnançlarını korumakla yetinmeyip, inandığı gibi de yaşayan, inandığı gibi yaşamakta ısrar eden insanları seviyorum.

Deniz Bölükbaşı'yı da ne bulunduğu "mahalleler"in, ne de kendisini o mahallelerin "külhanbeyi" ilan edenlerin yıldırıcı tutumlarına aldırış etmeden, hep bildiğini -doğru bildiğini- okuyarak yaşadığı için sevdim.

Onu "şahsına münhasır" yapan yanlarını, sırf "birilerine göre yanlış", "birilerine göre hata", "birilerine göre aykırı" diye harcamamasını, kapı gibi "kendisinin" arkasında durmasını, "şahsiyet"ini kimsenin onayına sunmadan sıkı sıkı sahiplenmesini imrenerek izledim.

***

Diplomat kimliğine, Türk siyasi tarihinin en kritik dönemeçlerinden biri olan "1 Mart tezkeresi" sürecindeki rolüne, klişe tanımıyla "sıkı pazarlıkçılığı"na, pratik zekasına, donanımına, MHP içindeki yahut daha doğru bir ifadeyle MHP Genel Başkanı nezdindeki etkisine dair yığınla şey yazılacaktır zaten; malumun tekrar tekrar ilanına gerek yok...

Bu nedenle, siyasi aktörlerin "içlerini okumak" gibi bir çabası da olan; onları zihninde "görünen yüzleri"nin, "makamları"nın, "unvanları"nın perde arkasındaki karakter özellikleri, eğilimleri, fikri temel yahut temelsizlikleri, tabiri caizse "hal ve gidişleri"ni de hesaba katarak konumlandıran birini nispeten perde arkasında kalan hasletleriyle uğurlamak istedim ben de...

Deniz Bölükbaşı, benim gördüğüm en romantik realistlerdendi bir kere;

Ve en realist romantiklerden.

"Babasının oğlu" diye anılacak kadar nüktedan.

"Ayıp olmasın" kılıflı ikiyüzlülüklere mesafeli; sevmediğini adlı adınca, hoşlanmadığını adlı adınca, benimsemediğini adlı adınca ilan edecek kadar "neyse o"ydu... Müdanasız...

Ve vefalı; birlikte yola çıktıklarını hiç yarı yolda bırakmadı.

Hatıratlar yazan bir diplomat/siyasetçi olmanın ötesinde yazmayı "iş" edinseydi kendisine, pekala "Türkiye'nin yetiştirdiği en güçlü kalemlerden biri", "büyük edebiyatçı" filan diye de anıyor olabilirdik bugün onu; öyle sağlamdı yazısı...

Ha bir de...

MHP, onun ifadesiyle -en azından onun aktif siyaset yaptığı günlerde- "medyanın yalnız kurdu" olmasaydı, İbrahim Kalın'ın söylediği türkülere tur bindirebilirdi puslu sesiyle okuduğu şiirler herhalde...

***

Allah rahmet eylesin; sevenlerine sabır versin...

***

GÜNÜN SÖZÜ

"Siyaset, akrep, çıyan, sırtlan ve yılanı da olan vahşi bir orman gibidir."

Deniz Bölükbaşı

***

Gazi Bey...

Sonunda ölmemişseniz unutulur gider ülkeniz için ödediğiniz bedeller...

Zaman zaman boynuna "hoppa"ya uzanan bir "ehli keyif"lik yaftası asmaya çalışanlar da, merhum Bölükbaşı'nın, 1991 yılında, Atina'da, Türkiye Büyükelçiliği Müsteşarıyken, 17 Kasım terör örgütünün suikast girişimine uğramış, ölümden dönmüş bir "gazi" olduğunu hatırlamaya hiç yanaşmadılar...

***

"İnsanlığın" vuslatı için ölmek mi lazım!

Deniz Bölükbaşı'nın, "MHP'deki Siyaset Yılları"nı anlattığı Siyaset İskelesi kitabında, Muhsin Yazıcıoğlu'nun ölümüne ayırdığı bir bölüm vardı;

Yazıcıoğlu'nu taşıyan helikopterin düştüğü haberini alır almaz nasıl Sıhhiye'deki BBP Genel Merkezi'ne koştuğunu,

Devlet Bahçeli'nin Karadeniz gezisini yarıda keserek nasıl derhal Ankara'ya döndüğünü,

MHP'nin "matem dolayısıyla" nasıl seçim kampanyasını noktaladığını,

O gün, BBP Genel Merkezi'nde, partilerinden kopan kim varsa karşılarında gördüklerinde nasıl da "o büyük kopuş hiç yaşanmamış gibi" hissettiklerini,

Merhum Yazıcıoğlu'nun nasıl "gökyüzüne yükselen kurt işaretleri ve ülkücülerin gözyaşlarıyla" uğurlandığın; o dakika MHP-BBP farkının nasıl ortadan kalktığını,

Yazıcıoğlu'yla birlikte "milliyetçi hareketin şerefli mücadele tarihinin, arkasında hiç unutulmayacak hatıralar bırakan çok önemli bir sayfasının da koptuğunu",

"Sancılı bir bölünmenin, bugün de hâlâ hissedilen ağır tahribatını" anlatıyordu...

"10 yıl sonra, 20 yıl sonra" diye geçirdim içimden;

Bir gün, MHP'den bugünkü "sancılı kopuş"un aktörleri de bu dünyadan göçtüğünde bu iç sızısı kalacaksa geriye... Bir musalla taşının etrafında aynı duygularla toplanmak mümkünse yeniden...

Bölükbaşı'nın "Vefa, samimiyet dürüstlük, fikri namus, ilke ve tutarlılık karaborsadadır. Hile, riya, desisenin at koşturduğu; fitne, fesat ve hasedin cirit attığı bir arenadır" diye tarif ettiği siyaset uğruna değer mi en azı çeyrek asra yaklaşmış kardeşlik duygularını "nefret"le lekeleyip, yaşarken yüz yüze bakamayacak hale gelmeye...

Çok mu zor "insan"lıktan çıkmadan mücadele?

***

RİYAYLA VEFA...

2011 yılındaki kaset kumpasından sonra, Recai Yıldırım ve Metin Çobanoğlu'yla birlikte Deniz Bölükbaşı'nı da taşıyan araca taş, sopa ve bıçaklarla saldıranlar uzaylılar değildi... Onlar olmasa bile onlara bu cesareti verenlerden bazıları da bugün -en kederli halleriyle- katılacaklardır Kocatepe'deki cenazeye.

Oysa riyayla vefanın geçişkenliği olmaz. Olamaz. Olmamalıdır.

Yazarın Diğer Yazıları