"Demokrasi" ve "Özgürlük" reçetesi
Herkes “demokrasi...özgürlük” diyor da başka bir şey demiyor. Yapmak isteyenin de, yıkmak isteyenin de reçetesinde aynı ilaçlar var. Acaba aynı ilaçlar nasıl oluyor da, hem hastaya, hem mikroba şifa olabiliyor?
İki yıl kadar önce güvenlik güçleri, “bölücü terörle” mücadele için, “hiç olmazsa batıdaki kadar yetki” istediğinde, zamanın Terörle Mücadele Kurulu Başkanı ve Dışişleri Bankanı Abdullah Gül, bir yandan gerekli tedbirlerin alınacağını söylerken, öte yandan, “Demokrasi ve özgürlüklerden bir adım bile geri atmayız. Hatta daha da geliştireceğiz” diyordu. Cumhurbaşkanı sıfatıyla da hala aynı görüşleri savunup, “bazı ülkelerin terörle mücadele adına temel hak ve özgürlükleri sınırlandırırken, Türkiye’nin geçen süre içinde bunları genişlettiğini” anlatıyor. Demokrasinin, teröristi izole ederken, Türkiye’yi dünyanın gözünde haklı hale getirdiğini iddia edip, “Teröristin silaha sarılma gerekçesi ortadan kalktığı için Avrupa ülkeleri bizden yana tavır alıyor. Demokrasinin derinleşmesi, pekişmesi, terörle mücadelemizi güçlendirir, kuvvetlendirir” şeklinde konuşuyor.
Başbakan da, hemen hemen aynı şeyleri söylüyor. Dahası teröristbaşının hücresinden örgütü yönetmesini “demokrasinin gereği” sayıp, “Kürt sorununu demokrasi içinde çözeceğiz” diyor. Türk kimliğine itiraz edip, 27 etnik parça olduğumuzu öne sürüyor. Erdoğan,bu bölücü yaklaşıma, “Atatürk’ün en büyük başarısı, etnik kökeni, dini inancı ne olursa olsun milletin bütün fertlerini Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığında birleştirmiş olmasıdır” sözleriyle Atatürk’ü de alet etmeye çalışıyor. Zira, Atatürk’ün o sözlerinin devamında, bu vatandaşlara ve kimliğimize “Türk” dediğini görmezden geliyor.
Ne tuhaf ki, Türkiye’nin hasımları, teröristbaşı, Kandil ve DTP’nin konuşmaları da aynı telden. Ahmet Türk, “Demokrasi ve özgürlük için canımı vermeye hazırım” diyor. Burada ilke olarak bu değerler için değil, bölücülerin devlete ortak edilmesi için canını vereceğini söylüyor. ABD-AB-Barzani-Talabani de bu görüşte.
Biz, Gül ve Erdoğan’ın gittiği yol doğru mu ona bakalım. Gül’ün, önünde olmakla övündüğü “bazı ülkeler” ; Fransa, İngiltere ve İspanya’da insanlar can vermiyor, terörün partisi meclise giremiyor. İhtiyaca göre politikalar ve yasalar gözden geçirilip, daha da ağırlaştırılıyor. Bu sayede demokrasi ve özgürlükler korunurken, terör izole ediliyor.
Peki bizde durum böyle mi? Bırakın yeni tedbir ve yasaları, mevcutlar kuşa çevrilip, bazı fiiller suç olmaktan çıkarılıyor, delil toplamak ve sorgulamak bile zorlaştırılıyor. Biz de, “demokrasi ve özgürlük” reçetesi, terörü izole etmiyor, aksine besliyor. Bunun için, dibe vuran terör azgınlaştı, yeniden can almaya başladı, ülke bütünlüğünü tehdit etme noktasına geldi.
İşte övünülen tablo bu.
Dünyanın gözünde haklı hale gelmek, ülkelerin bizden yana tavır alması oyununa gelince. Dünyadan kasıt, ABD-AB-İsrail olduğuna göre, bunların övgüsünü almak çok kolay. Bölünmemizi öngören BOP’a evet dememiz yeterlidir. Yani, Barzani-Talabani merkezli kukla devleti tanımamız.
Bir de, PKK’nın silaha sarılma gerekçesinin ortadan kaldırılması masalı var. PKK’nın silaha sarılma gerekçesi nedir? Silahın hedefi, milli devletimizin ikiye bölünmesi, bunun kılıfı da, “demokrasi-özgürlük” değil mi? Belki demokrasi ve özgürlükleri genişleterek terör durdurulur, ama gerekçesi olan bölücülüğün de önü açılır. Zaten oyunun amacı da bu.
Öyle zannediyoruz ki, etnik/ırkçı fitne oyunun temelleri, açıklanacak olan “Yeni” anayasada atılacaktır. Burada, “Demokrasi ve özgürlükler” genişletilecek, devletin ve milletin kimliği değiştirilip iki dilli eğitime yol verilecektir. Böylece “Demokrasi ve Özgürlük” reçetesinin kime yaradığını daha iyi göreceğiz.
O zaman, bakın siz bizimkilerin dünyadan alacağı “alkış” a.
Ne reçete ama!..Baldıran zehiri!..