Demiraldı Amiral
Kimileri vuslat dese de hep kalleş hissettim ölümü, zamansız gördüm vedayı. Belki de bu yüzden kabullenemiyorum hesaplaşmadan çekip gitmeyi. Oysa 44 yaşında ağabeyini, 57 yaşında babasını ve yüzlerce yakın arkadaşını toprağa zamansız veren bana hiç de yabancı değil ölüm. Cem Aziz Çakmak çok özel “adam”dı. Hasdal Askeri Cezaevi’nin demir parmaklıkları arasında başlayan tanışıklığımız Silivri’deki mahkeme salonu diye yutturulan mezbahada dostlukla perçinlendi. Özel Yetkili Mahkemeleri, yine özel yetkili itibar infazıyla görevli tetikçiler izlerdi. Gazeteci kimliği ile çoğu zaman yapayalnız oturdum basına ayrılan bölümde. Tutuklu sanıklarla önce göz göze bakışarak anlaşmaya başladık. Sonra duruşma aralarında gazete haberleri ve sahte belgeleri değerlendirmeye çalıştığımız kısacık anlarda, kamera kayıtlarına rağmen el teması. Dokunurken hissedilen ve yürek yakan sıcaklık, ebedi dostluğa götürdü bizi. Yıllar süren duruşmalarda tuttuğum notların yazılı olduğu ajandalar, sanık ve avukatlarının ulaştırdığı yazılar, “görülmüştür” damgalı mektuplar, dünyanın en büyük ve güzel çeyiz sandığını oluşturdum sayelerinde. En zengin adamı oldum memleketin kendimce. Cem ve oradaki kumpasa uğramış Türk subayları sayesinde hiç bir bankanın hesaplayamayacağı serveti, çocuklarıma miras bırakabilme bahtiyarlığını yaşattılar bana. Bir kaç iletişim noksanlığı haricinde bir birimizi hiç üzmedik. İçeridekiler ve geride bıraktıkları dışarıdakilerle dünyanın en büyük ve onurlu ailesini oluşturduk sayelerinde. Şüphesiz ki her biri diğerinden farklı idi. Hepsi değerli idi. Ancak özel olanların arasında Cem vardı ki çok özeldi. Yabancısı olduğum Bahriyeli dünyasında ışıktı. Örnekti. Kızını cezaevinde evlendirmek zorunda kalışında yaşadıklarını, hissettiklerini kelimelerle anlatmak mümkün değil. Hastalığı yüzünden arkadaşları içerideyken tahliye edilme kararı geldiğinde ne kadar üzüldüğünü az kişi bilir. Murat Özenalp aynı hastanede yoğun bakımdayken yeni kemoterapiden çıkan Cem Çakmak, Murat’ın bunu yeneceğini söyleyerek herkese teselli vermişti. Anayasa Mahkemesi önündeki ’Adalet Nöbeti’ne gelip güç katmıştı her birimize. Giderken bile kendinden önce geride kalanları düşündü. Acının üzerimize aniden çökerek yaralanmamızı engelledi. Deniz üzerinde sakin rüzgârları ardına alıp, yavaş yavaş giderken adı kalleş olan ölüme kendisiyle beraber bizi de hazırladı .Günlerdir GATA’da ihtiram nöbeti tutar gibi bekleyen Müyesser ile Cem’in gidişini bildiğimiz halde, toz konduramayışımızı ömrüm oldukça unutmayacağım. Güle güle CEM. Senin acını, senin “kumpası kuranlar, burada yargılanacak” sözlerin hafifletiyor. Donanmanın Kutup Yıldızı elbette unutulmayacak. Gerçek anlamdaki silah arkadaşlarının Cem ve diğer şehitlerin hesabını soracağına inanıyorum. Onu en güzel anlatan, şüphesiz emrindeki askeridir. Yine bir kumpas mağduru olan Deniz Üsteğmen Deniz Mehmet Irak’a bırakalım son sözü. Ruhu şad olsun, Türk Milletinin başı sağ olsun.
“Teğmendim.
Teğmensen küçüksündür.
Hep masanın sonunda oturursun.
Albayların, yarbayların olduğu yerde elbette söz düşmez sana.
Teğmensen işte...
Hep öğrenmeye çalışırsın.
Komutanlarına bakarsın.
Örnek alırsın.
Böyle bir dönemde tanıdım onu.
Sorsanız ona, beni bilmezdi.
Ama biz, biz onu bilirdik.
Çünkü o Bahriyenin Kutup Yıldızıydı.
Hep doğruydu.
Hep dürüsttü.
Hep karakterliydi.
Eğrilmezdi.
Okurdu, öğrenirdi, öğretirdi...
Yolunu kaybedenin baktığı yerdeydi.
Onun olduğu yerde zemin kaymazdı.
Çünkü bilirdik ki Cem Aziz Çakmak beton gibi adamdı.
Esaretle boğuşan bu kahraman, şimdi bir de hastalıkla boğuşuyor...
Hasta yatağından kalkıp kızına sarılabilmek için Jandarmalardan izin alıyor.
Düşündükçe nefes alamıyor insan... İnsansa eğer...
Diren Cem Aziz Çakmak...
Daha yapacak çok işimiz var...
Bu ülkenin sana ihtiyacı var!
Bir Cem Aziz Çakmak 30 yılda bir yetişir.
Kıymayın!
Tahliye edin.
Hava çok karanlık yolumu bulamıyorum ben.
Dz. Ütğm.
Deniz Mehmet IRAK”