Demek "bu memlekette yaşanmaz"

Demek "bu memlekette yaşanmaz"

Bir, "bülbülü altın kafese koymuşlar ah vatanım demiş" hikayesi

Bu günlerde çoğu kişinin ağzında aynı terane:

- Bu memlekette yaşanmaz, gidip başka yerde yaşayacağım...

Biz de bir zamanlar aynı heves içindeydik...

Sene 1965... Bendeniz 23 yaşındayım... Mülkiye'nin daha birinci sınıfında okuldan sıkılmışım. Okuldan olduğu gibi ülkeden ve halktan da sıkılmışım. Sınıflı toplum bunaltıyor. Bir başka dünya ve hayatı özlüyorum. Kafama sinemacı olmak takılıyor. O yıl herkes okulun yolunu tutarken bendeniz annemden aldığım 200 dolarla trene atlıyor, İsveç 'in yolunu tutuyorum.

Para üç günde tükeniyor, Lund şehrinde bulaşıkçılığa başlıyorum. Sonra biraz garsonluk, fabrika işçiliği, sabahları gazete dağıtım işi...

Türk işçileri henüz ortada yok. Kara kafalı erkekleri yani bizi seviyorlar. Kızlar çok ilgili. Hayat güzel... Alabildiğine özgürlük. Üniversite burs veriyor ama pek ilgilenmiyorum.

Bir yıl geçti... Mayısın 15'iydi... Gök karanlık, durmaksızın yağmur yağıyor. Türkiye'yi düşünüyorum. Bahar gelmiş olmalı. Bizim insanımızın iyi taraflarını orada fark ediyorum. Orada ilişkiler mekanik. Programlı ama monoton bir hayat yaşanıyor. Bu bizi sıkar, onları sıkmıyor, aksine mutlu ediyor. Hafta sonu şehir boşalıyor, pis bir yalnızlık etrafı sarıyor. En önemlisi... Kuvvetle hissediyorum ki... İsveç'in bana ihtiyacı yok. Benim İsveç'e verebileceğim bir şey yok. Ama Türkiye'de insanlara bir faydam dokunabilir. Bana İsveç'te sağlanan imkânlara içimden teşekkür ediyor, sunulan istikbali orada bırakıyorum; ver elini güneşli ülkem...

Hayatımızın kökleri buradayken başka bir yerde yaşam hep eğreti, hep eksik kalıyor.

Melih Aşık Milliyet

***

Bu da bir yöntem tabii

------

Bana kalsa, derhal her alanda tarafgirliği yok eder, fanatik siyasetçiliğin kökünü kazır, "Cumhuriyet değerleri dedikleriniz de aslında çok da şey değil" diye vıdı vıdı yapanların ağzına cetvelle vurup kitap okutur, şu haldeyken hâlâ yalakalık yapacağım diye boş konuşanların dilini ensesinden çeker, işini gücünü savsaklayanın kolunu mıncırıp çürütürüm! Kendi hunharca yöntemlerimle mum gibi yaparım ortalığı!

Gülse Birsel Hürriyet

***

Gençlerin elinde elektronik kelepçe

------

Tarih profesörü Sofuoğlu 'Son yarım asrın hikâyesi' başlıklı bir konferans vermiş..

- Cep telefonlarını elektronik kelepçeye benzetmiş..

- Pokemon Go oyununun yasaklanmasını istemiş..

- Pokemon Go oynayarak her tarafın resmini çekenler ülkelerini satıyor demiş.

Abartmış mı?

Çok değil..

(...)

Otobüse biniyorum, metroya biniyorum, herkesin kafası önde.. Ellerde cep telefonu, gözler üzerine kilitlenmiş..

Bir şey mi okuyorlar?

Yooo..

Oyun

oynuyorlar..

Kimi tavla oynuyor, kimi okey, kimi kâğıt oyunlarına takılıyor..

Cep telefonu değil, kahvehane mübarek!..

Sadece bunlar yok, çeşit çeşit, yüzlerce oyun var.. Saymakla bitmez..

Sofuoğlu'nun elektronik kelepçeye benzetmesi bundan.. O oyunlara dalan bir daha çıkamıyor..

Yolda ceple..

Evde bilgisayarla..

(...)

 Teknoloji aldı başını gitti, okullar gelişti, bilgiye ulaşma kolaylaştı, öğrenci kalitesi neden yükselmedi..

Neden gerisin geriye gitti?

Cep telefonları yüzünden dediler..

Herkesin elinde cep, akıllar orada.. Okuldan çıkan oyuna bir dalıyor, bir daha çıkamıyor.. Akılda hiçbir şey kalmıyor.. Oyun hafızaları sıfırlıyor.. Beyinleri esir alıyor..

***

Valla doğru..

Bırak lise öğrencilerini, üniversite öğrencileri de aynı hastalıktan muzdarip.. 

Çocuk iki dil biliyor..

İyi okul kazanmış..

Bilgisayarın başından kalkamıyor, oyundan kafasını kaldıramıyor, etrafını, dünyayı görmüyor, kendini hayata hazırlamıyor..

Fakülte bitince ne olacak?

Hayat bilgisayar oyunu değil; tekrar tekrar oynanmıyor.. Başa dönülmüyor, sil baştan olmuyor...

Mehmet Tezkan Milliyet

***

Senaryo imiş

------

Suriye ve Irak'ta "DAEŞ, PYD-PKK ve diğer terör örgütleri"nin yanında başrolde yine ABD ve İngiltere, ilaveten Rusya, İran var.

Rusya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Zaharova ABD'yi Suriye'deki tutumundan ötürü eleştirirken İngiltere'ye de "İşler sizin senaryonuzdaki gibi gitmeyince bizi suçluyorsunuz" dedi.

Bu ülkelerin hepsinin ve birçok örgütün kendine göre yazdığı acımasız senaryolar dünyaya zehir saçıyor.

Ülkeler güç birliğiyle terör ve kötülükleri samimi şekilde bitirmek yerine bu acımasız katliamları sürdüreceklerine "kendilerinin kontrol edemediği" Matthew Kasırgası'ndan ders çıkarsalar ne iyi olurdu!

Güngör Mengi Vatan

***

Türkiye, kaza yapan beton mikseri gibi!

-------

Şunu düşünmemiz lâzım:

Biz 14 yıl önceki o halden, bu hale nasıl geldik?

İnanamıyor insan...

Terör sıfır noktasına gelmişti... Ülkede, dostluk, kardeşlik, sevgi vardı... Bir de bugünkü halimize bakın... İnsanlarımız arasındaki sevgi büyük ölçüde yok oldu... Ülke, birbirinin gözünü oymak isteyen insanlarla doldu. Öfke, kin, iftira, kumpas... Her şey var artık... Düşman kardeşlere döndük...

Neden bu böyle? Bunda siyasetçilerimizin hiç sorumluluğu yok mu? "Bizden olanlar" ve "Bizden olmayanlar" diye ayrım yapıp milleti ötekileştirenler kimler? Hele FETÖ denilen iblis nasıl devletin bu kadar derinliklerine girdi? Ne dehşet bir örgütmüş bu ki, ayıkla ayıkla bitmiyor, temizlenmiyor!

 * * *

Yargımız büyük oranda güven kaybetti, Silahlı Kuvvetlerimiz çeşitli kumpaslarla ağır yara aldı! Millî Eğitimimiz deseniz bir felaket...

(...)

Ülkemizin çevresi, yurdumuzu parçalamak isteyen düşmanlarımızla dolu... Koruduğumuz, kolladığımız Irak bile bize köpek dişlerini gösteriyor. Her yanımızda kan var, ateş var, ölüm var!

Ege Denizi'ndeki adalarımız bile göz göre göre işgal edildi, kimsenin sesi soluğu çıkmadı.

"Çimento mikseri yoldan çıktı, araçları ezdi, bir kişi öldü" haberi gazetelerde büyük yer aldı... Aracın ne günahı var? Aslında yoldan çıkan kamyon değil, onu yöneten sürücü! Ülkemiz de o mikser gibi yoldan çıkmak üzere... Türkiye'yi iyi yönetmek zorundayız. Yaşanan ekonomik ve siyasi olaylar birer uyarıdır!..

Rahmi Turan Sözcü

***

FETÖ'de siyasi ayak CHP yüzünden ortaya çıkarılamıyormuş

------

 Yandaşların saçma sapanlığına bayılıyorum.

Yıllarca uyardık, bu cemaatin bir süre sonra kendilerini yiyeceğini anlatmaya çalıştık, inanmadılar. Aslında inanmadılar demek de yanlış. İnanmanın ötesinde cemaatçilerin ne menem adamlar olduğunu bal gibi biliyorlardı, ama iktidara tutunabilmek için yapmaları gereken tüm kirli işleri onlara yaptırıyorlardı. Bir al gülüm ver gülüm havası içinde yıllarca birlikte tahakküm sürdürdüler.

Şimdi cemaat gerçek yüzünü gösterip de tek başına iktidar olmaya ve paranın tamamını almaya kalkışınca ortaklık bozuldu. Artık cemaati yok etme günlerindeyiz. Ama bunu yaparken siyasi ayağa bir türlü dokunamıyorlar. Nasıl dokunsunlar ki, iş siyasetçilere gelince ucunun nereye kadar gideceği belli mi olur? Üstelik biraz da fazla üzerine gidilirse AKP'nin dağılma tehlikesi de var.

Gelelim tekrar bu yandaşlara neden bayıldığıma.

Hepsi de operasyonlarda siyasete de dokunulmasını istiyorlar. Hemen hepsi "siyaset ayağına girilmezse bu iş bir yere varılmaz" diyorlar. Oysa biliyorlar ki siyasete girmek kolay değil. Cinlikleri de bitmiyor. Herkesi sersem yerine koydukları için saçma sapan tezleri ortaya atma cesaretini buluyorlar kendilerinde. Siyasete girilmeliymiş "ama" işte o zaman CHP ne yapacakmış. CHP'nin içinde cemaatle iş tutanlar, onların yardımıyla muhalefet yapanlar, cemaate koşanlar ne olacakmış?

Yahu kardeşim sana ne?

 Sen ayırım yapmadan cemaatin siyaset içindeki uzantılarına bir dokun bakalım, eğer CHP içinde cemaatçi varsa senin sorunun değil, sen kendi cemaatçilerine bak.

Can Ataklı Korkusuz

***

Şaka gibi

------

TBMM Darbe Araştırma Komisyonu'nda 15 Temmuz darbe girişimi ile ilgili olarak, Fethullah Gülen'in dinlenmesi önerisi yapılmış.

Komisyonun AKP'li üyelerinin gündeme getirdiği öneri, CHP'den de destek görmüş. Şimdi, Fethullah Gülen'in gelerek, komisyona bilgi vermesi yolunda Amerikan makamlarına yazı yazılması, bu talebe olumlu yanıt verilmemesi halinde ise komisyonun, ABD'ye giderek, Gülen'i dinleme talebinde bulunması gündemdedir.

Ne güzel bir öneri! Koskoca ülkede, bunca kişi, bunca zaman bunu niye akıl etmedi ki?...

Fethullah Gülen Terör Örgütü olarak nitelenen kuruluşun darbe girişimi konusunda, yapılacak en doğru şey, bizzat Fethullah Gülen'i dinlemek değil midir?

Amerikan makamları, komisyonun bu yönde talebini içeren bir yazıyı aldıklarında, hemen olumlu cevap vermezler mi?

Amerikalılar, yazıyı alır almaz, Fethullah Gülen'e "Hoca Efendi Türkiye'deki TBMM Darbe Araştırma Komisyonu'ndan bir yazı geldi, 15 Temmuz için ifadene başvurmak istiyorlar. Haydi bir zahmet, Türkiye'ye kadar gidip de, komisyona ifade veriver" demezler mi?

Fethullah Gülen de, bu talebe karşı, "Hay hay, zaten ben de gidip konuşayım da, durum aydınlansın, diye düşünüyordum" diyerek kalkıp tıpış tıpış Türkiye'ye gelmez mi?

***

Komisyon çok iyi akıl etmiş. Yalnız işin ayrıntısını da, bunca zaman bu kadar basit şeyi düşünemeyenlere bırakmamalı, yazıyı bizzat kaleme almalı ve ABD Dışişleri Bakanlığı mı, Adalet Bakanlığı mı, CIA mı, FBI mı, hangi makama yazılacağına da kendi karar vermeli ki, bu kadar dâhiyane girişim usul hatası yüzünden boşa gitmesin.

Komisyonun Başkanı Reşat Petek, Fethullah Gülen konusundaki ve hukuk alanındaki engin bilgisiyle, bu konuda karar verebilecek en donanımlı kişidir.

Zaten komisyon Reşat Petek'i başkanlığa seçerken bu konuda en isabetli kararı vermiştir.

Sahi Reşat Petek'in oraya seçilmesini kim akıl etti, öneri komisyon üyelerinden mi çıktı? Yoksa "birisi", "Reşat Petek başkan olsun!" mu buyurdu?

Bu "birisi" kim olabilir, dersiniz?

Eğer Fethullah Gülen'in sağlık durumu böylesine uzun bir yolculuğa elverişli değilse, komisyon üyeleri Pensilvanya'ya kadar giderek, Fethullah Gülen ile bizzat görüşmelidirler. Nasıl olsa, TBMM üyeleri arasından daha önce Pensilvanya'ya gitmiş olanlar olduğundan, "evi" bulmak da zor olmasa gerek, heyet eliyle koymuş gibi hemen buluverir adresi.

Fethullah Gülen'in görüşmede bütün gerçekleri açıklayacağından, tüm bilgi ve belgeleri, örgüt şemasını sunacağından kimsenin kuşkusu olmasın!..

Ali Sirmen Cumhuriyet