Dejavu döngüsü
Keser, sap ve bunun gibi her nevi "darbeli" araç dönüp de kendilerini vurduktan; bir tür kontr-kumpasa maruz kaldıkları andan itibaren kaleme alınmış her Ekrem Dumanlı satırı bir "dejavu" tetikleyicisi.
Öyle ifadeler kullanıyor ki;
"Sadece gazetecilik yaptığı için Silivri'de tutuklu bulunan…"
"… bir iddianameden daha çok üçüncü sınıf bir film senaryosu…"
"Bana isnat edilen 'olmayan bir terör örgütü'nün yöneticiliği suçlamasına delil olarak sayın savcının iddianameye dahil ettiği haber ve yazılar tamamıyla bir gazetecilik faaliyetinden ibarettir…"
"İddianameler absürt teorilerin değil, somut delillerin yansıdığı metinler olmak zorundadır..."
"…kızımla yaptığım telefon görüşmeleri 'karanlık ilişkiler' kontenjanından iddianameye dahil ediyor. Ayıp değil mi, günah değil mi?"
"…ilahi adaletin tecelli edeceği o günü hatırlatmayı kendime vazife sayar..."
Neredeyse, yıllarca Silivri, Hasdal, Hadımköy, Maltepe, Mamak, Sincan, Şirinyer'deki kumpas mağdurlarından gelen ve hemen hepsini sizinle paylaşmaya özen gösterdiğim mektuplardan biri gibi diyeceğim;
Ama sahi…
Dumanlı, o satırların yazarları gibi masumiyet denen eşsiz silahı kuşanıp, gerçeklerin ortaya çıkması, Türkiye Cumhuriyeti'ne kumpas kuranların maskelerinin düşmesi için demir parmaklıkların ardında dahi olsa ölümüne bir hak, hukuk, adalet mücadelesi vermek yerine kaçmayı tercih etmişti değil mi! Bu durumda, "ıslak imzalı" da olsa, bir zamanlar mağdur ettikleri insanların savunmalarını kopyalayıp kendi durumlarına yapıştırmak yetmiyor "dik durmuş" olmaya!
***
Önceki günkü tweetinde, Can Dündar-Erdem Gül iddianamesinin kendisiyle ilgili kısmında yer alan ve HTS kayıtlarından yola çıkarak ortaya konan iddiaları "tam bir komedi" olarak nitelendirip de "Bir hukuk adamı böylesine ağır bir suçlamayı yapmadan önce "bu telefonlar kime ait?" diye araştırmaz mı?" diye sorduğunu görünce, gazetesinde attığı o başlığı hatırlamadan, hatırlatmadan edemedim:
Gazetecilerin köşe yazısı Genelkurmay'dan.
Ekrem Dumanlı'nın yönettiği gazete, ilgili hakimin mahkemeye sunduğu raporda böyle bir bilgi bulunmadığı halde o raporu kaynak göstererek, isim isim sıraladığı bir grup gazetecinin "Genelkurmay Bilgi Destek Dairesi tarafından sahte adreslerden gönderilen e-postaları birebir kullandığını" yazmıştı.
Doğru olsa bile -ki yalandı- adı üstünde "sahte adresler"; muhatabı gazeteciler bilmiyor bile Genelkurmay'dan psikolojik operasyon amacıyla gönderildiğini!
Ekrem Dumanlı'nın yönettiği gazete, o raporda söz konusu gazetecilerin bu e-postlarla gelen makaleleri kendileri yazmış gibi yahut sahte isimlerle birebir yayınladıklarına dair bilgi bulunmadığı halde, o raporu kaynak göstererek isim isim sıraladıkları gazetecilerin o e-postaları birebir kullandığını yazdı.
Yine raporda böyle bir bilgi, vurgu, atıf olmadığı halde, Ekrem Dumanlı'nın yönettiği gazete, o raporu, söz konusu gazetecilerin "Genelkurmay'la sıkı fıkı ilişkisi"ne delil gösterdi.
Bunlar Ekrem Dumanlı'nın ifadeleri:
"Ergenekon medyası" suçlamasını bertaraf etmek zorlaşıyor; çünkü şu anki manzara o suçlamayı teyit ediyor..." (17 Aralık 2012, Zaman)
Bugün bir hukuk adamının nasıl davranması gerektiğine dair ahkam kesen Dumanlı'nın o gün bir gazeteci olarak en azından o e-postaların doğru olup olmadığını araştırması gerekmez miydi? En azından, hedef göstermeden önce adı geçen meslektaşlarını arayıp sorması…
Hadi yapmadı;
O gazetecilerden "AKP'yi kapatma davasında kullanıldığını" iddia ettikleri Fuat Bol, o dönemde AKP milletvekiliydi… Yeniçağ Genel Yayın Yönetmeni, gazetenin kurumsal e-posta adresini yeterli gördüğünden kendisine ait olduğu, Genelkurmay'la sıkı-fıkı haberleştiği ileri sürülen e-posta adresi "ölü"ydü; hiç kullanmamış, kapattırmıştı! Aynı şekilde Hürriyet'ten Mehmet Y. Yılmaz; "Milliyet" uzantılı ve hiç kullanmadığı e-posta adresinden Genelkurmay'dan talimat aldığı söylenen günlerde Hürriyet yazarıydı!
Bütün bunlar ortaya çıkıp da imza attıkları haberin baştan sona yalan, iftira, çarpıtma olduğu anlaşılınca, bir gazeteci olarak Dumanlı'nın hedef gösterdiği bu isimlerden özür dileyerek, isimlerine astığı yaftalardan kurtaracak bir düzeltme yayınlaması gerekmez miydi?
Bugün, bir zamanlar kendisinin de parçası olduğu lincin aynısı kendisi ve arkadaşlarına yapılırken bile, hâlâ bir özür dilemiş değil yaptıklarından Dumanlı. Hâlâ bir pişmanlık itirafnamesi yayınlamadı. Hal böyleyken, bugünkü bütün o "ilahi adalet" göndermeleri, kamu vicdanında zerre karşılık bulabilir mi!
Mümkün mü!