Değişecek rejim mi egemenlik mi?
[13 Şubat 2012, büyük insan Rauf Denktaş'ı kaybettiğimiz gün. Kendisini şükranla, minnetle ve rahmetle anıyoruz. Denktaş denilince akla ilk önce, "ömrünü Kıbrıs Türklüğünün haklı davasına adayan adam" gelir. Sonra, hak davasında yedi düvele (ırkçı ve sömürücü haçlıya) ve iş birlikçilerine karşı boyun eğmeyerek üstün gelerek milletinin kaderini değiştiren kahraman gelir. Bağımsız Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti denilince de, karşınıza O çıkar.
O, Türk ve dünya tarihinde benzeri az görülen, yetişen nesillere örnek kahramanlardan biriydi; millî ülkü adamıydı... Kıbrıs'ın Atatürk'üydü… Ölümsüzlüğü tadanlardandı... Nur içinde yatsın... Allah O'ndan razı olsun!]
***
İki soru; 1)Tek adam döneminde değişen rejim mi, egemenlik mi? 2) Tek adam döneminin, başarısı (!) kime ait olacaktır? Bunların cevabını şöylece verebiliriz:
Cevap 1) Rejim yönetim şekli demektir. Egemenliğin nasıl ve kim tarafından kullanılacağını gösterir. Mutlakiyet, Meşrutiyet, Cumhuriyet, demokrasi, temsili demokrasi, parlamenter demokrasi, çok partili demokrasi, başkanlık (Bizdeki değil), yarı başkanlık birer yönetim şekilleridir. Yani rejim konularıdır. Ancak bir de egemenliğin, nasıl kullanılacağı değil de kendisi vardır. Acaba o ne oluyor? Türk Milletine ait olan egemenlik, Başkana geçiyor mu ona bakalım; Anayasa Madde 6: Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir. Türk milleti egemenliğini Anayasanın koyduğu esaslara göre yetkili organları eliyle kullanır.
Meclis'te görüşülen teklifte, güçler ayrılığı "yasama, yürütme ve yargı" ortadan kalkıyor. Doğrudan veya dolaylı olarak bu güçler Başkana geçiyor. Anayasanın "Egemenlik kullanımı hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye ve sınıfa bırakılamaz." hükümleri iptal edilerek, yerine Başkan geçiyor. Şöyle ki; Devletin ve yürütmenin doğrudan başkanı, yargı organları üyelerinin tamamı kendisi ve partisi tarafından belirlendiğinden yargının da başı oluyor. Böylece anayasanın 6'ncı maddesindeki Türk Milletine ait egemenliğin kullanılması tek kişiye, yani Başkana veriliyor. Tek adam düzenlemesinde hiçbir denetim organının da bulunmadığını düşünürsek, egemenlik, bir bakıma Başkana ait oluyor.
Bu durumda karşımızdaki meselenin rejim değişikliğini aştığını ve egemenlik değişikliği olduğunu söylemeliyiz.
Cevap 2) Eğer teklif Meclis'ten geçerse, başarının(!) kime ait olduğunu düşünmeye gerek var mı, belli değil mi diyebilirsiniz. Ama kazın ayağı pek öyle görünmüyor. Erdoğan, yıllardır "Başkanlık" diye tutturduğu, iddialara göre de, Başbakan Davutoğlu, birçok bakan ve milletvekilinin bu yüzden değiştirildiği halde, emeline ulaşamamıştı. Ancak Bahçeli'nin, "Türkiye'yi böler" dediği Başkanlık yönetimini gündeme getirerek, şehit cenazelerinin musalla taşlarında beklediği bir sırada görüşülmesini sağladığı bir gerçek değil mi? Başarının (!) muharriki ve sonuna kadar arkasında duran adamın payı inkâr edilebilir mi?
Katkı, sadece tek adamı gündeme getirmek ve Meclis'te desteklemekten ibaret de değildir. Daha da önemlisi, Türk Milletinin sigortası olan, millî hissiyatımızın ve şuurumuzun doruğundaki milliyetçi camianın manevi desteğini Erdoğan'a yamamıştır. Böylece Türk Milletinin refleksinde, yani yaşama gücünde büyük bir kırılma sonucunu doğuracak kumar oynanmaktadır.
***
Bu kavşağa neden gelindi?
Daha düne kadar, "Başkanlık Türkiye'yi böler", Kasım 2015 seçim beyannamesinde, "Başta Başkanlık olmak üzere yarı başkanlık ve benzeri sistemleri uygun bulmuyoruz" denilirken neden tek adam yönetimine yandaş olundu? Rahmetli Alparslan Türkeş; 1996 bütçe konuşmasında da; "Başkanlık Sistemi" ya da asli devlet görevleri arasında yer alan emniyet ve eğitim hizmetlerinin, mahalli idarelere terki veya "ademi merkeziyet" anlamına gelecek usullerle değil; mevcut sistemin aksaklıklarını yine sistemin kendi yapısı içerisinde gidererek, ahenk ve uyumu temin edecek bir anlayışı hâkim kılarak sağlanmalıdır" dediği de hafızalardadır. Türkeş bu konuşmasıyla ülkenin nerelere sürüklenmekte olduğunu görerek, İngilizlerin Meşrutiyet döneminden itibaren zorladığı "ademi merkeziyeti" [özerklik] reddetmekte ve "mevcut sistemin [Parlamenter rejim] aksaklıklarını, yine sistemin kendi yapısı içerisinde gidermekten" bahsettiği bilinirken, yüz seksen derece dönüldü?
Bu sorulara verilen bayat bir cevap var, o da şöyledir: "15 Temmuz'dan sonra, bekamız açısından her şey değişmiş." Bu tertip kokusu veren gerekçeye inanan var mı bilemeyiz, ama 15 Temmuz sonrasını vatandaştan öğrenelim: Başbakan Binali Yıldırım ve yardımcısı "Devlet, millete değil, kendisine olağanüstü hâl ilan etti" demedi mi? Askerlerimizin horlanması aleniyet kazandı. Darbeyi önleyen devletin resmi güçleri; askeri, jandarması ve polisi değilmiş de AKP'lilermiş, kampanyası başlatıldı. Türk Ordusu'nun emir-komuta birliği bozuldu, askeri okullar kapatıldı, savaş ortamında askeri hastaneler, Sağlık Bakanlığı'na; kuvvet komutanları, üst kademe askerin terfi ve tayinleri Millî Savunma Bakanı'na bağlandı, egemenliğin kurumu ordunun siyasallaşmasının önü açıldı. Vesayetten(!) kaçarken, vesayetin "babası"na yakalandık.
Evet, ey Türk Milleti egemenliğin senden alınıp bir faniye veriliyor.