'Deepfake' videolar güvenilir mi?

'Deepfake' videolar güvenilir mi?

Görüntü bir olayın gerçekliğinin en büyük ispatlarından biri olarak görülürken, son dönemde ortaya çıkan "deepfake" videolarla ile görüntüye duyulan güven de tartışılmaya başlandı.

Fotoğraf ve videonun icadı ile birlikte metnin hükümranlığı yerini görselliğin hükümranlığına bıraktı. Görselliğin metne nazaran daha cazibeli oluşu önce televizyon ve sinema ile daha sonra da günümüzün popüler uygulamaları olan Instagram, Tik Tok, Snapchat ve Youtube gibi sosyal medya platformları ile hayatımızın merkezine oturdu. 

Görüntünün yazıya nispeten temsil ettiği nesne ile aynı olması, aynı zamanda onun inandırcılık gücünü metnin aksine daha artırdı.

O kadar ki; fotoğraf ve videonun medya sektörüne girmesiyle görüntü çok kısa bir zamanda bir olayın gerçekliğinde aranan en önemli kanıtlardan biri haline geldi. Ancak bilgisayar ve dijital alanlarda yaşanan baş döndürücü gelişmeler, fotoğraf ve videoda büyük değişiklikler yapma ve hatta görüntüyü manipüle etme gibi pek çok imkan sunmuş ve görüntüye olan güven de günden güne zedelenmeye başlamıştı.

Son dönemde Facebook Üst Yöneticisi Mark Zuckerberg ve Mona Lisa tablolarının gerçek dışı bir şekilde bir yapay zeka programı ile konuşturulmasından oluşan videolar ile gündeme gelen "deepfake" kavramı, ABD'de yaklaşan 2020 seçimleri öncesinde gündemin ilk sıralarında önemli bir yer işgal etmeye başladı. Farklı yapay zeka sistemleri kullanılarak herhangi bir videodaki konuşmacının söylediklerinin kolaylıkla değiştirilmesine izin veren "deepfake" teknolojisi, pek çok uzman tarafından çok dikkatli olunmadığında kitlelerin manipülasyonunda çok tehlikeli hale geleceği endişelerine neden oluyor. 

Yazılı kültürden görsel kültüre geçiş süreci aynı zamanda insan algısında çok önemli bir geçişin de habercisi oldu. Yazının aksine gösteren ile gösterilen arasındaki farkın görüntüde olmayışı onun yazının aksine gerçeklikle olan ilişkisinin çok yakın olmasına neden oldu. Walter J. Ong, "Sözlü ve Yazılı Kültür" kitabında yazı ile görüntü arasındaki farka değinerek, "bir ağaç resmi gerçek bir ağacın aynısını yansıtır, başka bir ifadeyle gösteren ile gösterilen arasındaki mesafe resimlerde ortadan kaybolur." diyor.

Yazılı kültürde ise gösterenle gösterilen arasında bir bağıntı var. Başka kelimeler ile ifade etmek gerekirse bir ağaç Türkçe'de "ağaç" kelimesi ile temsil edilirken aynı ağacın İngilizce'de "tree" kelimesi ile temsil edilmesi onun ne kadar keyfi bir yapıda olduğunu göstermektedir.

Görsel kültürün gerçeklik ile olan güçlü bağlarını daha iyi kavramak için sinemanın doğuş yılı olan 19. yüzyılın sonlarına gitmek gerekiyor. Görsel kültürü gerçeklikle kurduğu bağıntının en somutlaşmış örneklerinden biri sinemanın mucitlerinden Lumiere Kardeşler'in "Tren'in Gara Girişi"nin ilk gösteriminin Paris'te bir sinema salonunda yaşattıkları örnek gösterilebilir.

1840'lı yıllarda fotoğraf makinesinin icadı, Antik Yunan'dan bu yana resim anlayışında hakimiyetini sürdüren mimesis (taklit etmek) geleneğini önemli ölçüde yaraladı. Taklitten ziyade gerçeğin bir makine aracılığıya filme aktarılmasını sağlayan fotoğrafın ardından sinemanın da icadı hem hareketi hem de zamanı kayda alarak, gösteren ve gösterilen arasındaki farkı iyice buharlaştırdı.

Aslında filmin özgünlüğünün onun dış dünya ile olan güçlü bağlantısından gelmesi gerçeği "Trenin Gara Girişi" filminin gösterimi sırasında ortaya çıktı. Bir trenin gara girişinin gösterildiği filmi izleyen seyircilerden bazılarının kendilerini korumaya alması, bazılarının kaçmaya kalkışması sinemanın gücünü aldığı figüratif yapının en çarpıcı örneği. Filmin gösteren ile gösterilen arasındaki farkı izafileştirici tavrı, insanlığın zaman ve kendi bilinç tarihiyle olan ilişkisinde önceki dönemlerle kıyaslanmayacak düzeyde biçimsel ve niteliksel değişikliklere yol açtı.