Davutoğlu artık istifa etmeli!
Seçimin hâlâ etkisi altında bulunan ülkemizde, dış olayların seyri kamuoyunu şu sıralarda pek ilgilendirmiyor. Ne var ki, Dışişleri Bakanlığı’nda “patlak veren” dinleme skandalı etkisini devam ettiriyor.
İfşa edilen devlet sırlarının vahameti, ister istemez Suriye’yi aktüel hale getiriyor.
Aslında, bölgemiz ve özellikle Suriye ile ilgili gelişen olaylar daima Türkiye’nin kapsama alanına giriyor.
Şükürler olsun ki, yazının kaleme alındığı saate kadar, bölgemizde olağanüstü bir gelişmenin olmaması yüreklere su serpiyor.
Özellikle, Türkiye’nin her hangi bir çatışmaya girmesini halkımızın büyük çoğunluğu istemiyor.
Ne var ki Rusya’nın son Kırım istilasından tutun, uçağını düşürdüğümüz, neredeyse çatışma kararı almaya kalkıştığımız Suriye’ye hatta Körfez’de sessiz sedasız oluşan “Müslüman Kardeşler” aleyhtarlığına kadar, bütün gelişmeler önem arz ediyor.
Her ne kadar; G-8’lerden atılmakla ilk faturası kesilen Rusya, serinkanlı tavrını büyük hünerle koruyorsa da, arkadan neler geleceği şimdiden tahmin bile edilemiyor.
Beklenmedik Rusya yenilgisi karşısında bocalayan ABD Başkanı Obama’nın, mutlaka kendini kurtaracak hamleleri bulması ve en önemlisi uygulaması bekleniyor.
Aslında, Rusya’nın Kırım’ı istila etmesi, gün geçtikçe politik ve ekonomik bakımdan da çok önem kazanıyor.
Her şeyden önce Rusya, hem Avrupa Birliği devletlerine hem de ABD’ye “gözdağı” vermiş bulunuyor.
Sırada, Ukrayna’nın hatta “petrol üreten” diğer ülkelerin bulunabileceği öne sürülüyor.
Kırım’ın Ruslar tarafından ilhak edilmesi, belki de en fazla, Türkleri “yaralamış” oluyor.
Nitekim, Türkiye’nin Birleşmiş Milletler Daimi Temsilcisi Halit Çevik;
“Kırım’da 16 Mart’ta yapılan, Ukrayna’nın anayasasını ve uluslararası taahhütlerini ihlal eden gayrimeşru ’referandum’un sonuçları yasal bir geçerlilik taşımıyor ve Türkiye bu bilfiil durumu tanımıyor” diyerek devletin resmi görüşünü açıklıyor.
BM Daimi Temsilcisi Büyükelçi Çevik ayrıca, Türkiye’nin Kırımlı Tatar Türkleri’nin güvenliği, refahı ve haklarına büyük önem verdiğini, Tatarlar’ın Kırım nüfusunun bütünlüğünü oluşturduğunu vurguluyor.
Ne var ki, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun girişimleri çok cılız kalmışsa da, her Türk’ün gönlünde “Kırım ateşi” yanıyor.
Yıllar yılı, Kırımlı Türklerin egemenliği altında yaşayan Kırım’ın 49 Han tarafından yönetildiği de unutulmuyor.
Suriye ve Kırım “düş kırıklığını” şimdilik bir yana bırakırsak, Arap alemindeki gelişmeler de, Türkiye’yi çok yakından ilgilendiriyor.
Bir türlü ilişkilerimizi düzeltemediğimiz Mısır’da 500’den fazla “Müslüman Kardeşler” mensubunun idam cezasına çarptırılmasının yanı sıra Körfez ülkelerinde filizlenen “İhvan Krizi” nin boy atıyor olması, Türkiye’yi zor durumlara sokuyor.
Gerçekten de, başından beri belirttiğimiz gibi, Türkiye-Müslüman Kardeşler yakınlığı, “ateşten gömlek” giymeye benziyor.
Körfez İşbirliği Konseyi üyesi ülkeler arasında, Arap Baharı eylemlerinin ortaya çıkmasından beri süren siyasi gerginliğin diplomatik krize dönüşmesinden sonra Türkiye’nin durumu, daha da hassaslaşıyor.
Hatırlanacağı üzere, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn, Konsey üyesi Katar’ı “içişlerine karışmak” ile suçlayarak ve Doha’daki büyükelçilerini geri çağırmaları, “Müslüman Kardeşler” e karşı eylemi resmen başlatmış bulunuyor.
Üç ülke temsilcilerinin Katar’a Doha merkezli El Cezire televizyonunun Müslüman Kardeşler yanlısı yayınlarına son vermesini istediği de iddia ediliyor.
Oysa bölgede büyük bir medya gücü haline gelen El Cezire televizyonunun, ABD tarafından dolaylı desteklendiği de öne sürülüyor.
Orta Doğu’nun zaten ABD’nin çok yönlü ve çok değişken dış politikasının sergilendiği yer olduğu her zaman işaretler veriyor.
Gerek Orta Doğu’da, gerek “Dışişleri Bakanlığı’nda” meydana gelen durumlardan sonra, Türkiye’nin tavır almakta güçlük çektiği ve bu yüzden zor durumda kaldığı belirtiliyor.
Nereden bakılırsa bakılsın, özellikle Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun, gün geçtikçe güç kaybettiği hatta “istifa etmesi” gerektiği üzerinde duruluyor.