Davulun tokmağını tutan meçhul kim?
Polis, MİT, yargı ve hükümet arasında yaşananlar, belli ki bugüne kadar öne sürülen cümle tezleri bir kalemde silip attı.
Polisin toparladığı delillerle bir yığın insan kodese tıkılırken, “Yargı bağımsızdır” diyenler, aynı yargı yine ‘aynı polisin’ toparladığı delillerle MİT’e yönelik bir soruşturma başlatınca “Yargı haddini aştı” demeye başladılar.
Düşman ülkenin ‘gayrinizami harp unsuru’ gibi devlet malına çökmeyi, köşe kapmayı, koltuk kapatmayı ‘strateji’sananlar, devletin güvenliği için bir takım ihanet şebekelerinin içine sızılmasını hep ‘derin yapı’ diye nitelendirip durdular.
Ne demek devletin PKK’ya sızması? Olur mu efendim? ‘Hukuk’ devletinde bu tür işler ancak ‘karanlık güçlerin’ yapabileceği türden operasyonlardır.
Onlar ise kayıtsız, şartsız bir ‘şeffaflığın’ içindeler. Nasıl bir şeffaflığa sahip olduklarını ‘kendileri’ bile izah edecek durumda değiller.
Tablonun adını koymaya kalkışan herkes, işin bir tarafından çuvallayıp duruyor.
Zira sesi çok uzaklardan duyulan ‘davula’ vurulan ‘tokmak’ kimin elinde, tatmin edici bir cevap vermek her baba yiğidin harcı değil.
‘Ses’ var, ‘gürültü’ var, ‘gerçeğe’ ilişkin kırıntı bile ortada yok.
***
Terörle mücadelede polis ‘sertlik’ yanlısı,MİT ise ‘çözüm’taraftarı imiş.
Öyle bir tablo çiziliyor ki, sanki ‘polisteki atamaları’ başka, ‘MİT’teki atamaları’ başka bir iktidar yapmış.
Yahut söyleyemedikleri şu var:
- “Hükümet iktidarı bir takım odaklarla paylaşmış durumda, bazı kurumlara söz geçiremiyor.”
Öyle bakınca da yargı ile polis bir tarafta, MİT öbür tarafta duruyor.
Bir adım daha ileri gidelim. Operasyon MİT’e karşı, yani MOSSAD ve CIA işin içinde.
Güzel. “One minute” palavrasından dolayı hükümetin başını “Davos Fatihi” ilan edenler, bugün Hakan Fidan’a karşı girişilen operasyonda nerede duruyorlar?
CIA ve MOSSAD ile kol kola mı girdiler?
Dedik ya, ‘tokmağın’ kimin elinde olduğunu kestirmek bu şartlarda hayli zor.
Ama zor olmayan bir şey var, o da bu hengamede herkesin bilerek ya da bilmeden bir ‘kullanılmışlık’ durumuyla karşı karşıya gelmiş olduğu.
Elbette işin ‘uluslararası’ boyutu göz ardı edilemez. Hatta biraz makul düşününce işin ‘dışarıda kotarıldığı’ kuşkusuz bir şekilde ortaya çıkacaktır.
Fotoğrafa uymayan şey, ‘kimin kimlerle halvet olduğu’ konusudur.
***
Yoksa dönüp, “Öküzün ölümü yakın mı?” diye sormak mı gerekiyor?
“Bunlara artık bazı şeyleri yıktırmanın zor olduğu” mu düşünülüyor, yoksa “Bunlar gereğince yıktılar, yeni ekibe yol vermenin zamanı geldi” mi deniyor?
‘Davul’ büyük gürültüyle çalıyor. ‘Esrarengiz’ elin her hamlesi, ‘oyunun figüranlarını’ bile dehşete düşürecek tınılar
çıkarıyor.
Ekran güzeli uzmanlar, stratejistler, akıl hocaları, akil adamlar, kanaat önderleri artık aklınıza kim gelirse ‘kem-küm’ ile vakit geçiyor.
İlk defa topu birden samimi bir şekilde “Ne olduğunu” bilememenin sıkıntısı içinde.
Zaten bu tür oyunlarda böyle olur. Herkese ‘fotoğrafın bir bölümü’ ezberlettirilir ve sürekli ‘o bölüme ilişkin’ ahkam kesmesi istenir.
İş buraya kadar kolaydır. Ama günü geldiğinde ‘parçalar’ geri alınıp şöyle bir karılır. Sonra herkes ‘bir başkasına’ düşen parçayla ilgili de bilgiye sahip olur.
Ezberler bozulur, kafalar tamamen karışır.
“Yahu yanılmışız” demek, onurlu bir özür, yahut tövbe istiğfar herkesin harcı değil.
Hal böyle olunca da masadaki herkes ‘kaybetmiş’olarak mekanı terk eder.
Oyunun kazananı sadece ‘davulun tokmağını’ tutan meçhul kişidir.
***
Aman dikkat, davul sesi ‘karşı köyden’ değil, bu kez Ankara’nın ta göbeğinden geliyor.
Belli ki filmin ‘finaline’ yakın bir yerlerdeyiz.