Darbenin çocukları...
Neredeyse 40 yıl olacak, hâlâ anlayamadılar...
12 Eylül 1980 darbesinde ve elbette darbeye "zemin hazırlanan" günlerde;
Kendini "sol görüşlü" diye tanımlayanların büyük bölümü sadece "solcular"ın...
Kendini "sağ görüşlü" diye tanımlayanların büyük bölümü sadece "sağcılar"ın...
Kendini "devrimci" diye tanımlayanların büyük bölümü sadece "devrimciler"in...
Kendini "ülkücü" diye tanımlayanların büyük bölümü sadece "ülkücüler"in...
İşkence gördüğünü...
İdam edildiğini...
Ezildiğini...
Katledildiğini...
Haksızlığa, hukuksuzluğa, zulme uğradığını...
Savunuyorlar.
Hâlâ...
***
Ama...
Tarafgir de olsa...
Soğuk Savaşın ezberlerinin gölgesinde eksik bırakılmış da olsa...
Onların hesabını sordukları, sorabilecekleri "yaraları" var... Yaralılar...
Hiç değilse...
"Darbe" mi, "demokrasi" mi ayrımında, hiç düşünmeden, tereddütsüz -en kötüsü bile olsa- demokrasiden yana tavır alırlar, almak zorundalar. Almazlarsa, kim bilir kaç mezardan "ah"lar alırlar.
***
Ölçüsüz olmakla ilgili herhalde;
Hal bu olduğu halde, Türkiye'de ne zaman "darbe" kavramını merkezine alan bir "tehdit" belirse, "yine" ilk bu "darbelerle kan davası" olan kesimler "olağan şüpheli" ilan edilirler!
İlk onların kapıları çalınır "yine" bir gece ansızın.
İlk onlar "yine" itilir kakılır mağdur edilirler.
***
Ölçüsüz olmakla ilgili herhalde;
Çok az kişinin aklına darbenin öldürdükleri yerine doğurduklarından hesap sormak gelir!
Darbelerin tırnaklarının ucuna dahi zarar vermediklerinden...
Darbelerin palazlandırdıklarından...
Darbelerden sonra "dikensiz gül bahçesine" dönen siyaset alanında, sermayede, medyada, bürokraside bütün mevkileri "parsel parsel" paylaşanlardan...
***
Dün de öyle oldu;
"Sağcılar" ve "solcular", "ülkücüler" ve "devrimciler" acılarını yarıştırırken, darbenin teğet geçtiği Siyasal İslamcılar -muhtemel- ellerini ovuşturdu:
Birbirlerini yesinler!
***
Bu yıl da olmadı.
Umarım önümüzdeki yıldönümünde, darbelerin öldürdükleri, darbelerin doğurduklarının tuzağına düşmemeyi öğrenir, kavgayı yanlış adreste vermeyi sürdürmezler.
***
"Akdamar'a, hayır için gelmezler"
Sakarya 18. Dönem Milletvekili Yalçın Koçak, Kültür ve Turizm Bakanı'nın, Türk tarihine "tecavüz adası" diye geçen Akdamar'daki "dostluk ayini(!)"ne katılmasının ardından yazdıklarım üzerine bir hatırlatma yaptı:
"Tınaz Titiz'in Turizm Bakanlığı sırasında, Avrupalı finansörler, Van'ın havasının tipolojik bir akciğer hastalığına iyi geldiğini söyleyerek, buraya bir sanatoryum, tatil köyü ve villalar yapmak istediler. Görünürde harika bir yatırımdı. Sonradan, araştırınca öğrendik ki bu sermayenin arkasında Ermeni lobisi ve art niyet var. Projeyi durdurduk. Bu bölgeye dair güzel görünen çoğu hadisenin altında şeytani bir plan vardır..."
Koçak'ın bir de tavsiyesi var:
"Tınaz Bey hayatta. Sayın Bakan, keşke meselenin boyutlarını Tınaz Bey'e bir sorsa..."
***
SORU-YORUM
Bir nevi samimiyet testi varsayın:
Cumhuriyet Gazetesi'nin, gazeteyle kendi istekleri yahut yönetimin kararıyla yolları ayrılan kimi isimlerin veda yazılarını yayımlamamasına tepki gösterenler, Cumhuriyet Gazetesi'nden şimdi tasfiye olan "ekip" vaktiyle Mustafa Balbay'ın veda yazısını yayımlamadığında da aynı tepkiyi göstermiş miydi? Yoksa duyarlılıklarımız yine durumlara değil duruma konu kişilere mi sadece?
***
Zamanlama manidar
Reyhanlı katliamının faili buna zamandır yakalanmadı, yakalanmadı, yakalanmadı da...
Tam da, "Türkiye, Suriye ile masaya oturabilir" konuşulmaya başlanmışken...
Tam da, "Esad" umacısı dağılmaya başlamışken...
Tam da, ABD "oyun dışı" bırakılmış yahut buna çok yaklaşılmışken...
Tam da...
Eğer bu coğrafyada bir arada yaşayan, birine bulaşan belanın faturasını domino etkisiyle tamamı ödeyen devletler, akıllarını başlarına alırlarsa, Suriye'de kurulan tezgahı "bölgesel ittifaklar"la pekala bozabilecekleri ihtimali belirmişken...
Tesadüf işte; bunca zamandır yakalanamayan Reyhanlı katliamının faili yakalandı ve bir de üzerine hepimizin ciğerini yakan olayın ardındaki kişinin Esad olduğunu açıkladı!
Saldırganı videoya çekmeler, itiraf yayımlamalar, görüntülü mesaj verdirmeler filan...
Burnuma pis kokular geliyor...
***
Uzman görüşü!
Herkesin kendine düşman olduğunu düşünmek...
Birlikte çalıştığı kişilere bile güvenmemek...
Kimseye güvenmemek...
Kindarlık...
Eleştiriye tahammülsüzlük, öfke nöbetleri ve saldırganlık...
Dün bir kere daha ortaya çıktı ki, ülkenin en önemli sorunu "paranoid kişilik bozukluğu"...