Darbeler ve ülkücüler...
12 Eylül Darbesi'nin gerekçelerinden birisi de MSP'nin Konya mitinginde İstiklâl Marşı okunurken kalabalığın yere oturmasıydı...
19 Ağustos 1981 tarihinde Ankara'da başlayan MHP ana dâvâsı, Başbuğ Alparslan Türkeş'in salona alınışıyla birlikte 576 sanığın birden ayağa kalkarak İstiklâl Marşı okumasıyla başladı...
BBC bu hâdiseyi, "Ankara'da ilginç bir siyâsî dâvâ başladı, devleti yıkmakla suçlanan Türk milliyetçileri liderleri salona girdiğinde yıkmakla suçlandıkları devletin İstiklâl Marşı'nı okudular..." şeklinde yorumladı...
Çünkü ülkücüler, devlete, vatana, bayrağa ve aziz Türk milletine adanmışlığın vücûd bulmuş çocuklarıydı...
28 Şubat post modern darbesinin baskı yaptığı kesim mütedeyyin kesimdi. Başörtüsü bir zulme dönüşmüştü... Orduevlerinden, törenlerden başörtülü asker anneleri dışarıya çıkarılıyordu... Okulunu birincilikle bitiren kız öğrencilere ödülleri verilmiyor, başlarından zorla örtüleri çıkarılıyordu... İknâ odaları kuruluyor, direnen kız öğrenciler okullarından atılıyordu... Sincan'da tanklar dışarıya çıkıyor, demokrasiye 'balans ayarı' yapılıyordu...
Başörtüsü mağduru kız öğrencilerden imkânı olanlar yurt dışına gidiyordu...
Ve daha sonra siyasetin önemli aktörü olacak isimlerin aileleri Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde Türkiye aleyhine dâvâlar açıyordu...
12 Eylül Darbesi'nin Mamak Cezâevi'ni ve C-5 denilen işkencehânelerini Yusufiye'ye çeviren ülkücüler ise, Mamak Cezâevi'ni ziyarete gelen Avrupa İnsan Hakları Takip Komisyonu üyelerine Mamak'taki işkencelerden söz etmiyor, Mamak'taki zulümden söz etmiyor, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni Avrupa'ya şikâyet etmeyi zûl addediyorlardı...
Arkadaşları işkenceler altında ölüyor, arkadaşları vasiyet olarak yarım kalmış hatimlerinin tamamlanmasını bırakarak arkalarında, idam sehpalarına gidiyor can veriyor, onlar kan kusuyor kızılcık şerbeti içtik diyorlar ve Türkiye Cumhuriyeti devletinin mehâbetini herşeye rağmen koruyorlardı...
Çünkü ülkücüler, devlete, vatana, bayrağa ve aziz Türk milletine adanmışlığın vücûd bulmuş çocuklarıydı...
Ülkücüler yıllardır ve yıllardır bürokrasinin çarkları arasında öğütülüyorlar, mülâkatlarda eleniyorlar, rektörlük seçimlerini büyük farklarla kazanıyorlardı fakat Cumhurbaşkanlığınca atanmıyorlardı...
Sinema dünyasından iş dünyasına, futbol camiasından siyasetçilere ve on dört yıllık iktidarın hemen tüm siyasetçilerine kadar herkesin fotoğraf karesine girmek için çabaladığı, Abant toplantılarına katılmak için yarıştığı ve adına cemaat denilen bu yapıya destek olmayan yalnızca ülkücüler olduğu halde, adına cemaat denilen ve yıllardır okul yaptırıyorlar, öğrenci okutuyorlar, dünyanın her tarafında Türk bayrağının dalgalandığı ve Türkçe'nin öğretildiği okullar açıyorlar denilerek desteklenen ve devleti ele geçirmek üzere yapılanan bu örgütün devleti ele geçirme ve bürokratik şehvetine kurban ediliyordu ülkücüler...
Yine de başlarının çaresine bakıyorlar, hayatlarını idâme ettiriyorlar, adına cemaat denilen bu örgütten referans bulma gayretine düşmüyorlardı yıllardır ve yıllardır...
Hiçbir ihânetin altında parmak izlerine rastlanmıyordu ülkücülerin...
Çünkü ülkücüler, devlete, vatana, bayrağa ve aziz Türk milletine adanmışlığın vücûd bulmuş çocuklarıydı...
Bugün parti içi bir muhalefete 15 Temmuz ihânetini fırsat olarak kullanarak iftira atan ve Merâl Akşener ve onunla birlikte hareket eden muhalefeti, adına yıllardır cemaat denen bu şenî, bu devleti ele geçirmeye odaklanmış fitne ve ihânet merkeziyle, Özel Harekât Merkezi'ni bombalayan ve koçları şehid eden, millî iâdenin tecellîgâhı Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni bombalayan, Türk insanına kurşun sıkan bu gözü dönmüş cuntacılarla ilişkilendirmek tarihe bir ayıptır, tarihe bir ihânettir, tarihe karşı işlenmiş bir suçtur...
Ülkücüler ülkücülerle birliktedir, genel merkezi de muhalefeti de ülkücülerle birliktedir. Siyasî hayatı boyunca ülkücüler siyaset haricî hiçbir kurumla iş tutmamıştır...