Bir toplumun ülke olabilmesinin asgari birkaç şartı vardır. Bu şartlardan biri de ortak milli bir hedefe sahip olmaktır.
Elbette ülkenin farklı siyasi, ideolojik akımları olacaktır. Hatta birbiriyle yüzde yüz farklı da düşünen gruplar olmalıdır. Bunlar bizim millet olmamıza engel değildir.
Gelişmiş ülkeler, bütün farklı fikirlere sahip bireylerine rağmen millet olmayı başarabilmişlerdir.
Peki, bizde neden böyle değil?
Biz, neden ortak binlerce noktamıza rağmen birlik olamıyor, millet olamıyoruz.
İsterseniz bunun cevabını diğer ülkelerden başlayarak vereyim.
Bakınız bütün ülkelerin düşmanı dışarıdadır.
Amerika düşmanını bazen on binlerce kilometre uzaklardan seçip deyim yerindeyse icabında düşmanını icat ediyor.
Rusya uzak yakın demeden gerekirse Ortadoğu’da gerekirse sınırının dibinde düşman buluyor.
İngiltere dünyanın öbür ucundan bir düşman bulabiliyor.
İran komşusu Irak’la uzun yıllar düşmanlık yapıp savaşabiliyor.
Örnekler daha da artırılabilir.
Buna gerek yok.
Şimdi gelelim asıl Türkiye’nin düşmanlarına. Daha doğrusu ülkemizin düşman algısına bir bakalım.
Her ülkenin düşmanı dışarda iken bir tek güzide ülkemiz -Türkiye’miz- düşmanı hep içerde aramıştır maalesef.
Kim mi bu ülke içindeki düşman?
Bu zaman ve konjonktüre göre bazen İslamcılar, bazen Kürtler veya Kürtçüler, bazen aleviler, hatta 80 darbesinde olduğu gibi bazen de ülkücülerdir.
Ve işte bizim bütün sıkıntımız buradadır. Hep içerde bir düşman hep içerde bir hain arıyoruz. Bu yüzden trajikomik bir şekilde diyoruz ki bütün ülkeler düşmanı dışarda ararken biz içerde arıyoruz.
Bugün bile basit bir belediye başkanlığı seçiminde zillet, alçak, beka meselesi gibi ifadeler kullanılıyor.
Bütün bunlar bizim millet olmamızın önündeki en büyük engeldir.
Hatta ülkemizde öyle bir kitle var ki memleketin yüzde 45’inin belki yüzde ellisinin hain olduğunu düşünüyor.
Bütün bunları değerlendirdiğimizde ülkemizin ilk olarak bir iyilik hareketine ihtiyacı olduğu görülüyor.
Kendisi gibi düşünmeyeni hain ilan etmeyen, kendi siyasi görüşüne uymayanların da bu memleketi sevebileceğini anlayan bir iyilik hareketine muhtacız.
Ülkenin neredeyse yarısını ötekileştiren, yıllarca beraber yol yürüyüp yol arkadaşlığı yaptıkları ( ki bunların bazıları Cumhurbaşkanlığı, başbakanlık vs yapmışlardır.) kişileri dahi hain ilan eden bu zihniyetten kurtulmak, millet olma yolunda atılabilecek en önemli adımdır.
Aksi takdirde toplumsal değerlerimiz, siyasi ve mesleki etiğimiz neredeyse tamamen çürümeye mahkûm kalmaktadır. Birliğin ve beraberliğin olmadığı bir ortamda çürüme kaçınılmazdır. Herkesin hain olması kaçınılmazdır. Toplumu kahramanlar ve hainler diye bölmek maalesef kaçınılmazdır.
Shakespeare’in en önemli meziyetlerinden biri oyunlarında her kesime hitap edebilmesidir. Aydın kesim cümlelerine cahil kesimse olay akışına hayran olur. Tabi kuşkusuz en önemli eserlerinden biri Hamlet’tir. Hamlet’te aşk, ölüm, dostluk ne ararsanız bulursunuz. Bu oyunun en meşhur cümlelerinden biri de ‘’Çürümüş bir şey var Danimarka krallığında’’ cümlesidir.
Evet, çürümüş bir şey var fakat bu defa Danimarka’da değil Türkiye’de var. Her şeyden evvel bilgilerinin ilgisiz, ilgililerin de bilgisiz olduğu bir toplumun meydana gelmesi bu çürümüşlüğün sebebidir.