Her zaman ifade ettiğim gibi yine söylüyorum; bir olayı veyahut tarihte vuku olan bir hadiseyi yorumlamak, fikir beyan etmek istiyorsan bir yanına tarihi bir yanına da coğrafyayı alacaksın ve o şekilde değerlendireceksin. Neye göre konuşuyorsun, hangi veriye ve bilgiye göre ahkâm kesiyorsun diye sorarlar insana. En azından ben soruyorum.
Osmanlı Devleti'nin Batı'ya verdiği imtiyazlar neticesinde bozulan ekonomik, siyasi ve idari yapısı yeni kararların alınması gerekliliğini açığa çıkararak az da olsa! demokrasinin doğmasına zemin hazırlamıştır. 19. yy da başlayan ilk demokratikleşme hareketleri, gelecek yıllarda yeni gelişmeleri ve reformları da beraberinde getirerek meşruti yönetimin doğmasını sağlayacaktı.
Demokrasiye ve Cumhuriyete geçiş evrelerini şimdi adım adım görelim bakalım neler olmuş.
Tanzimat Dönemi (1839-1876)… İlk kez kanun üstünlüğü prensibi benimsendi, Padişah (Abdülmecit) kendi yetkilerini az da olsa kısıtlayarak, anayasal düzene geçişte en önemli adımlardan birini hayata geçirdi. Ayrıca insan hakları konusunda yenilikler yapılarak Batı tarzı mahkemeler ve okullar açıldı. Batı'yı anlayan nice aydın ve fikir adamları yetişti. Batı hukuk sistemi temel alındı.
Islahat Fermanı (1856)… Tanzimat döneminin devamıdır diyebiliriz. Yine Batı medeniyetinin değerleri esas alınarak gayri Müslüm halka yeni haklar tanındı. Daha çok, azınlıklara yönelik yeni kararlara imza atılarak onların toplum hayatına daha fazla entegre olması amaçlandı. Gayri Müslüm halkın okul, banka, ticarethane, vb. gibi yerler açması, devlet memuru olabilmeleri, mahkemelerde herkesin diline ve dinine göre yemin edebilmesi bu ferman ile sabit oldu.
Burada şunu ifade etmekte yarar olacağını görüyorum. Tanzimat ve Islahat fermanları Batı'nın dikte etmesi sonucu ilan edilmiştir. Maalesef Osmanlı'nın içişlerine karışmalarının önü açılmıştır.
ve I Meşrutiyet (1876-1908)… Cumhuriyete geçişte siyasi ve idari alanda en radikal kararların ve uygulamaların bu iki gelişmede görmemiz mümkündür. Sultan Hamid (I Abdülhamid) anayasal reformlar yapacağına söz verdiğinden dolayı Jön Türkler tarafından tahta çıkarıldı. 1876 yılında ilan ettiği Osmanlı'nın ilk ve son anayasası olan Kanun-i Esasi ile parlamenter bir sisteme istemeyerek de geçmiş oldu. Bu yeni sistemi, halk tarafından seçilen Meclis-i Mebusan ve Padişah tarafından seçilen Meclis-i Ayan oluşturdu. İttihat ve Terakki Partisi önde gelen siyasi partilerdendi. Fakat yine son söz tek adamda Padişahta idi. Sultan Hamid Han dönemi yapılan reformların yanında “İstibdat Dönemi” olarak da nitelendirilir ki bu dönemde parlamentonun feshedilmesi, basına uygulanan sansür, hafiyelik teşkilatı ile halkın oldukça huzursuz edilmesi, gazete ve dergilerin kapatılması, ülkenin saraydan dikta yönetilmesi ve meclisin saf dışı edilmesi Sultan Hamid'in tahtını sallantıya sokmuştur. Despot bir yönetim anlayışını benimseyen Sultan Hamid, iktidarını korumak uğruna ülkenin tüm işletmelerini, kar getiren kurumlarını bir bir yabancılara teslim etti. Keşke Kıbrıs'ı vermek zorunda olmasaydı. Şimdi Kıbrıs sorunu diye sorun olmayacaktı! Maalesef en fazla toprak kaybı da (yaklaşık 1,2 milyon kilometrekare) yine bu hükümdar zamanında oldu.
Neyse konuyu dağıtmadan devam edelim.
Halkın bu despot yönetime karşı birlik olarak icraata geçmesi kaçınılmazdı ve Sultan Hamid için bir son yaklaşmıştı.
1908-1918 döneminde Osmanlı Devleti'nin en üst düzey yöneticileri arasında yer alan ve Sadrazamlık da yapmış olan Talat Paşa, Sultan Hamid'in İstibdat Dönemi ile alakalı bakın ne diyor: “Kanuni Sultan Süleyman'dan sonra Osmanlı tahtında en uzun süre kalmış olan II. Abdülhamid Han, 31 Mart Olayı'ndan
sonra Şeyhülislam'ın fetvası, Mebusan ve Ayan Meclislerinin oyuyla tahttan indirildi. 19. yüzyılda başlayıp 1923'e kadar gelen süreç içerisinde demokratik ve parlamenter bir tarzda yönetilmeye doğru giden Osmanlı'da halk, iyiden iyiye bu iki fikre sempati ile yaklaşarak, daha fazla demokratik hak talep etmek istemekteydi.
Türkiye Cumhuriyeti
Şimdi sözü Mustafa Kemal'in yanından ayrılmayan gazeteci Falih Rıfkı Atay'a bırakalım bakalım ne demiş Çankaya kitabında: “Nihayet 1923 Ekiminin son günleri gelip çatar,28'i 29'a bağlayan gece, Mustafa Kemal'in sofrasında bir toplantı olmuştur. Ertesi gün Meclisten gelecekler, ''İşin içinden çıkamıyoruz. Böyle zamanlarda liderler vazifeden kaçmamalıdırlar, buhranın halledilmesi için Meclise yardım etmelisiniz,'' diyeceklerdir. Mustafa Kemal de kısaca devlet şeklinin Cumhuriyet olmasından başka çare olmadığını söyleyecektir. Şüphesiz onu Cumhur reisi yapacaklar. Rejim kanunu, hükûmete de artık normal kabine mahiyeti verecekler. O gece yemekte bulunanların çoğu, asker milletvekilleri idi. Aralarında Hariciye Vekili İsmet Paşa da vardı. Mustafa Kemal, sabaha doğru Ocak 1921 tarihli anayasanın birinci maddesinin sonuna şu fıkranın eklenmesine karar verdiler: ''Türkiye devletinin şekli, Hükûmet-i Cumhuriyyedir.''
Bir günde mi kurulmuş oldu acaba!
Bu rejime geçişte ve uygulanmasında desteği geçen ve emeği olan herkesin ruhu şad olsun…