Cumhurbaşkanlığı seçimi
Cumhurbaşkanlığı adayı Ekmeleddin İhsanoğlu, Cuma namazı çıkışında gazetecilerin sorusuna şöyle cevap verdi: “Mabetlerin gölgesinde siyaset yapılmaz. İbadetle siyasetin yeri ayrı.”
Camiden sonra evine gidince kendisini izleyen gazetecilere de şöyle söylüyor: “Burası ev, başka komşular rahatsız oluyorlar. Siz medeni insansınız değil mi? Dün sizinle konuştuk. Rica edeceğim. Sorunuz varsa cevaplayayım. Siz de rahatsız olmayın, biz de, komşularımız da. Teşekkürler.”
Böyle konuşan bir siyasetçiyi siz özlemediniz mi? Ben özledim. Benim bir siyasetçide aradığım ideal tavır budur. “Bu kibar ve efendi tavırlarıyla İhsanoğlu başarılı olamaz” mı diyorsunuz? Olsun, Türk siyasetinin bu tarz efendice, “çelebice” davranış ve sözleri tanımasının bile kâr olduğunu düşünüyorum. Daha baştan dinin siyasete alet edilmeyeceğinin bilinmesini önemsiyorum.
Buna karşılık diğer aday Recep Tayyip Erdoğan, adaylığının açıklandığı gün yaptığı konuşmaya dua ile başladı. Hani öyle “Allah’a hamd olsun, bugünleri de bize gösterdi” kabilinden birkaç cümlelik şükür duası değil. Tam üç buçuk dakika, yani neredeyse bir hatim duası uzunluğunda bir dua ile başladı söze ve üç defa “amin” diyerek konuşmasının bu kısmını bitirdi. Sanki bir siyaset kürsüsünde değil, camideki vaiz kürsüsünde idi.
Demagojiye alışkın olanlar, “Bakın görüyor musunuz? Duayı bile hazmedemiyorlar” diyerek bu cümlelerimizi kullanabilirler. Ama biz İhsanoğlu’nun dediği gibi mabedin yerinin ayrı, siyasetin yerinin ayrı olduğunu düşünüyoruz. Hatim duasına, iftar duasına bir dediğimiz yok, siyasi bir konuşmaya üç buçuk dakikalık dua ile başlanmasına itirazımız var. Evet cemaat siyaset yapmamalı, ama siyasiler de dini siyasete karıştırmamalı. Afganistan’ın, Suriye’nin, Irak’ın hâli ortada. Din, siyasetin ana figürlerinden biri hâline getirilince bundan toplum zarar gördüğü gibi dinin kendisi de büyük zarar görüyor.
Aynı konuşmada Tayyip Erdoğan şunları söylüyor: “İmam-Hatip’te okuyoruz diye bizi tahkir etmek istediler. Sizden ancak ölü yıkayıcısı olur, dediler... Sofrada diz kıranları farklı gördüler ve gerici dediler.”
Ben de İmam-Hatip Okulu’nda okudum ve yedi yıl boyunca hiç kimse bana “Sizden ancak ölü yıkayıcısı olur” demedi. Deseydi de bunu tahkir / hakaret olarak algılamazdım; çünkü imamların görevleri arasında ölü yıkamak da vardır ve bu son derece tabiidir. Demek ki Erdoğan bu işi “tahkir” sebebi olarak görüyor; yani farkında olmadan, imamlık yapan bütün vatandaşlarımızı bu tabii görevlerinden dolayı tahkire müstahak görüyor.
Ben aynı zamanda bir proleter çocuğu idim ve tek odalı bir evde büyüdüm; yıllarca yer sofrasında diz kırdım. Hiç kimse bundan dolayı bana gerici demedi. Aslında işin gericilikle hiç ilgisi yoktur; bu, tamamen maddi bir imkân meselesidir ve yeterli imkâna sahip olan herkes ilk fırsatta evine masa almıştır. Her hâlde Tayyip Erdoğan da şu anda yer sofrasında diz kırmıyor.
Muhalefet partileri yerel seçimlerde aynı uzlaşmayı yapabilselerdi AKP’ye büyük bir darbe vurmuş olurlardı. Şu anda bir adayda uzlaşmış olmaları bence önemlidir. Babasının dostları dolayısıyla bir insan hakkında hüküm verilemez. Kayınpederi Emin Bilgiç’ten dolayı da İhsanoğlu hakkında hüküm veremeyiz. Yaptıkları ve yazdıkları ortadadır; onlara bakılarak hüküm verilmelidir. Tayyip Erdoğan’ın siyasetinden ve tarzından hoşlanmayan herkes Ekmeleddin İhsanoğlu için oy kullanmalıdır. Ey oy kullanmayanlar, şu veya bu şekilde Erdoğan’ın rakibini yıpratanlar; demek ki siz Erdoğan’a müstahaksınız. Şikâyet etmeye hiç hakkınız yok. Allah herkese müstahakını verir.