Cumhurbaşkanlığı makamının saygınlığı
Cumhurbaşkanlığı, devleti temsil eden makamdır. Şahsi özelliklerinden dolayı değil temsil ettiği makamdan dolayı cumhurbaşkanına bütün vatandaşların saygı göstermesi gerekir. Ancak cumhurbaşkanının aynı zamanda AKP genel başkanı olması bu konuda bir karışıklık yaratmıştır.
Muhalefet partilerinin, sivil toplum kuruluşlarının ve bütün vatandaşların iktidarda olan siyasi partiyi, onun genel başkanını eleştirme hakkı vardır. Eleştiriler zaman zaman ağır da olabilmektedir. Böyle bir durumda cumhurbaşkanlığı makamı da zedelenmektedir.
Makamın saygınlığına gölge düşüren bu karmaşık durumun ortadan kalkması, cumhurbaşkanının aynı zamanda parti başkanı olabilmesini sağlayan yasanın değiştirilmesi ile mümkündür. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan makamın itibarının korunması için bunu istemelidir.
Bir yol daha vardır. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın bütün eylem ve söylemleri hakkında en baştan bildirimde bulunması: "Bu işi veya konuşmayı cumhurbaşkanı olarak yapıyorum." / "Bu işi veya konuşmayı AKP genel başkanı olarak yapıyorum." Böyle olursa eleştiriler AKP genel başkanı olarak yapılan iş ve konuşmalara yöneltilir.
Zor bir teklifte bulunduğumun farkındayım. Ancak ortada cumhurbaşkanlığı makamının itibarı vardır ve bu itibar kişilerin üstündedir.
Cumhurbaşkanı hemen hemen bütün konuşmalarında muhalif partileri ve onların temsilcilerini eleştirmektedir. Üstelik eleştirilerini "bay" ve "sen" gibi hitaplarla yapmakta, sık sık da muhaliflerini cahillikle, iş bilmemekle suçlamaktadır. Suçlamalar bazen hainlik nitelemesine kadar varmaktadır. Bu durumda muhalifler de eleştirilerinin dozunu artırmaktadır. O zaman cumhurbaşkanının kendisi veya onu tutanlar da makama saygı gösterilmediğini ileri sürmektedirler. Hatta iş mahkemeye kadar gidebilmektedir.
Cumhurbaşkanı, bütün partilere oy veren vatandaşları kucaklamak ve onları temsil etmek durumundadır. Bulunduğu makamın gereği budur. Oysa cumhurbaşkanı çoğunlukla bütün muhalif seslere cephe almaktadır. Muhaliflerin oluşturduğu Millet İttifakına sık sık eleştiriler yöneltmekte; millet kelimesini çeşitli kafiyelerle kullanarak aşağılamaktadır.
Son yerel seçimlerin sonuçlarını ve çeşitli anketleri bir yana bırakarak sadece 24 Haziran 2018'de yapılan son seçimlere odaklanalım. Bu seçimin sonuçları, anketler gibi üzerinde tartışılacak sonuçlar değildir; bir seçimin kesin sonuçlarıdır.
24 Haziran 2018 Milletvekili seçimlerinde, Cumhur İttifakını oluşturan AKP ile MHP'nin toplam oylarının oranı % 53,66'dır. Şu anda bu ittifakı tutan Hüdapar ile Vatan Partisi'nin oyları da eklenince iktidar taraftarlarının toplam oranı % 54,20 olur.
Buna karşılık Millet İttifakını oluşturan CHP, İYİ Parti ve Saadet Partisi'nin toplam oy oranı % 33,94'tür. Buna muhalif HDP de eklenince oran % 45,64 olmaktadır.
Aynı tarihte yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, % 52,59 oranında oy almıştır. Karşısındaki adayların oy oranlarının toplamı ise % 47,42'dir.
Açıkça görülmektedir ki, iktidar yanlısı olmayan partilerin oy oranı asgari % 45'tir. Cumhurbaşkanlığı seçiminde de Tayyip Erdoğan'ın karşısındaki adayların toplam oy oranı asgari % 47'dir. Hiç şüphe yok ki cumhurbaşkanı bu % 45 veya % 47'nin de temsilcisi olmak durumundadır. Hatta bu bir zorunluluktur. Hiç kimse cumhurbaşkanının, ülkenin yarısına yakın nüfusunun temsilcisi olmadığını söyleyemez.
Sonuç ve durum böyle olduğuna göre cumhurbaşkanının da konuyu buna göre düşünmesi ve buna göre davranması beklenir. Cumhurbaşkanının kendisi de hiç şüphesiz bunu biliyor ve düşünüyordur. Ancak konuşmaları çok defa buna uymamaktadır. "Ben seçmenleri değil, o partilerin yöneticilerini hedef alıyorum." diyebilir. Fakat o partilere oy veren seçmenlerin durumu böyle algıladıklarını ve cumhurbaşkanının söylemlerinden rencide olmadıklarını hiç sanmıyorum.