Cumhurbaşkanı ve Başbakan masa mı öneriyor?
Kuzey Irak’tan nasıl çıkarsanız çıkınız, girerken ABD izniyle ve bize verdiği istihbaratla oraya girdiğimiz kesin ve doğrudur. Kimsenin itirazı var mı?
Yok! Öyle ise çıkışın ne önemi var?
İster o karar versin ister bu. Sonuçta işin en orta yerinde Amerika var mı yok mu sen ona bak. Kendi yurttaşlarının ihanetine uğramış bir ülkenin her kademedeki yöneticisinin derin bir ıstırap içinde terör meselesine çözüm üretmesi gerekir. Gerekir ama gereğini kim yapacak?
İşte asıl mesele bu.
Terör örgütü, siyasal, sosyal hatta dini tüm alanlarda çalışma yapıp her şeyi kendi lehine dönüştürüp kullanırken, ülkenin bütün gücü elinde bulunan devlet ve o devleti yönetenler ne yapıyor?
Sınır ötesi harekât yapıyor.
Başka?
PKK’ya yapılan operasyonları protesto edenleri su sıkarak dağıtıyor.
Bu kadar.
Olması gereken Kuzey Irak’ta askeri operasyon sürerken içeride, kamu düzenini defalarca bozanları, suç örgütlerini övmekten defalarca gözaltına alınıp bırakılanları, K.Irak operasyonları ile eş zamanlı olarak toplamaktı.
Başka?
Türkiye devletini yönetenlerin, çoktan vatandaşlık kanununu terörle ilişkilendirdikten sonra, başta DTP olmak üzere tüm bozguncuları beğenmedikleri Türkiye vatandaşlığından kurtarıp Habur kapısından Talabani’ye postalamaktı?
Bunları yaparken de bir taraftan yatırımları artırmak, yaraları sarmak, kanaat önderleriyle kapsamlı bir karşı terör propagandası yapmaktı asıl olan. Ama yapmadı.
Başbakan Dünya Bankasından 6 buçuk milyar dolar borç aldıktan sonra 12 milyar dolarlık paketten söz etti. İlk açıkladıklarına bakılırsa, Türkiye’nin Batısı vergi ödeyecek, Doğusu beleş yaşayacak.
Bir nevi ödüllendirme.
Bu durumda memleketin her türlü kahrını çeken ülkesine bağlı her vatandaşın sorması gerekir: “Hükümetin yatırım paketi hazırlaması için bizim de devlet ile çatışmamız mı gerekiyor?”
Gerek Cumhurbaşkanının ve gerekse Başbakanın ortak paydası “artık terör meselesinin silahla çözülemeyeceği” fikri üzerinde yoğunlaşıyor. Topluma bunu kabul ettirmek için ikna edeci konuşmalar yapıyorlar.
İşin garibi DTP de “demokrasi istiyorum, biz kavgadan yana değiliz” diyerek öteden beri aynı şeyleri söylüyordu.
Diyeceksiniz ki, Başbakan DTP’ye “PKK’ya terör örgütü demedikçe sizinle konuşmam” dedi. Kapıları kapattı. Daha ne yapsın?
Derim ki, sorun DTP’nin PKK’yı gözden çıkarması meselesi değil ki. Sorun, PKK yok sayılsa bile, DTP’nin Türkiye’nin bölünmesinden vazgeçerek tıpkı öteki partiler gibi siyasal bir kurum olarak, toplumsal talebe yönelip yönelemeyeceği meselesidir. Bir başka ifade ile üniter ulus devletin 1923’de kurulduğu biçimiyle var olup olmayacağı sorunudur.
Bu sebeple Başbakanın sözleri şaşırtmacadır. Seçmene yöneliktir.
Varsayalım ki DTP, PKK’yı gözden çıkardı ve PKK da bir fedakarlık yaparak “madem Türkiye masaya oturacak öyle ise ben kendimi feshediyorum” dese, siz DTP ile masaya oturarak Türkiye’yi nasıl böleceğinizi mi konuşacaksınız?
1826’dan bu tarafa sürüp gelen ayrılıkçı Kürtçülük, Birinci Dünya Savaşı’nın mağlubu olan bir ortamda amacına ulaşamadı, Kurtuluş Savaşı döneminde istediklerini yine elde edemedi, ama, Türkiye Cumhuriyetini 20 yılda mağlup etti öyle mi? Bütün çarelerin tükendiğinden söz edenler “buyurun masaya” fikrine alışmamızı istiyorlar. Kimse kusura bakmasın çareler tükenmedi. Önleyici güç merkezleri gereğini yaparsa mesele kalmaz.