Cumhurbaşkanı ve Aydın Doğan!
Bugün Türkiye kan gölüne dönmüştür. Güneydoğu'dan hemen her gün ülkenin çeşitli yörelerine şehit cenazeleri gelmektedir. Teröristler Ankara Garı'nda kitle katliamı yapacak fırsatı bulabilmektedir. Güvenlik zafiyeti, istihbarat faciası had safhadadır.
17/25 Aralık yolsuzluk operasyonunda suçlama doğrudan iktidarın dört bakanına yapılmıştı. İmar rantı yolsuzlukları, "sıfırlama" söylemleri hâlâ kulaktan kulağa fısıldanmaktadır.
Terör, adaletsizlik, yolsuzluk ve rüşvet neşter vuracak el beklemektedir. Türkiye'nin Suriye politikası duvara toslamıştır. Türkiye mülteciler ülkesine dönmüştür. Ülkenin Cumhurbaşkanının hedefinde ise bir medya patronu vardır. AKP'nin yanaşık ve yapışık medyası sürekli olarak Aydın Doğan'ı karalayan yayınlar yapmaktadır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan Hak-İş Genel Kurulu'nda "Hilton arazisine otel, rezidans müsaadesi verilseydi ey Doğan, o zaman keyfin yerinde olacaktı... 'Kasımpaşalıyım' dediğim zaman 'Ben de Kelkitliyim' diyor. Kelkitli seninle yürümüyor, bizimle yürüyor" dedi.
Bir Cumhurbaşkanının bir medya patronunu hedef alması ve onunla ilgili bu tür söylemlerde bulunması her şeyden önce eskilerin "hitap-i kabil" dediği ilkeye ters düşmektedir. Nitekim Aydın Doğan bu sözlere şu karşılığı vermiştir: "Cumhurbaşkanı memleketim Kelkit'te kendisine verilen oy desteğinden söz etmiş... Ben seçime mi katıldım? Ben Cumhurbaşkanı ile bir seçim yarışına mı girdim?"
AKP hükümetinin iktidar sürecinde Doğan Holding hakkında açtırdığı davalar, kestirdiği cezalar, gönderdiği müfettişler ile yaptığı baskılar herkesçe biliniyor. Ancak Hürriyet Gazetesi'ne yapılan çifte taarruz, aynı gazetenin yazarlarına yönelik tehdit ve saldırılar, Aydın Doğan'ın yandaş medya tarafından hedef yapılması AKP'nin işi büyüttüğünü göstermektedir.
Cumhurbaşkanı, Aydın Doğan hakkında konuşmakta, AKP'li gençler, AKP'li bir milletvekili önderliğinde Hürriyet Gazetesine saldırmaktadır. AKP'nin yandaş yayın organı Sabah Gazetesinde bir köşe yazarı Hürriyet Gazetesi'nin bir yazarını tehdit eden yazılar yazmakta ve o yazar AKP'li olduğu ortaya çıkan kişiler tarafından dövülmektedir.
Bu durumda devletin en üst makamını işgal edenlerin daha dikkatli olması gerekmez mi?
AKP, siyaseti, siyaset dışı aktörlerle yapmayı gelenek haline getirmiş ilginç bir partidir. AKP iktidar olduğundan bu yana önce 'askeri vesayet' sonra 'bürokratik oligarşi' daha sonra 'yargı vesayeti' şimdi de Doğan Medya ve Paralel Yapı üzerine siyasetini bina etmiştir. Bu bağlamda zaman zaman devlet kurumlarını, iş adamlarını, yargı mensuplarını, asker ve medya patronlarını AKP siyasi hedef yapmaktadır.
Aydın Doğan haklı olarak şunu soruyor: "Cumhurbaşkanı'ndan istirhamım benden ne istediğini açıkça ifade etmesidir."
Bu sorunun cevabı münhaldir. Ancak şu bir gerçektir ki Türkiye'de herhangi bir medya grubu yandaş medya nasıl bir yayın politikası izliyorsa aynı politikayı izlemesi halinde baskıya ve karalamaya muhatap olmaz!
Yaşananlar AKP'nin tek başına iktidarı kaybetmesinin faturasını Doğan Medya'ya çıkarttığını gösteriyor. Doğan Grubu'na yönelik eski suçlamaların yeniden gündeme getirilmesinin nedeni budur. 1 Kasım seçim sürecinde yandaş olmayan medyayı sindirmek, muhalefetin sesini kısmak bir AKP stratejisidir.
Doğan Medya'ya yönelik baskılar ile Samanyolu/Koza Grubu'na ait yedi televizyonun Digiturk/TİVİBU'dan tam da seçimi sürecinde dışlanması muhalefetin sesini kısmaya ve yandaş olmayan medyayı baskı altına almaya yöneliktir.
AKP'ye göre Türkiye'de olan bitenden -AKP iktidarı hariç- başta muhalefet olmak üzere hemen herkes suçludur. AKP yetkilileri, Gezi olayları sırasında faiz lobisini, çözüm süreci fiyaskosunda terör baronlarını, 17/25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonunda paralel yapıyı suçlu ilan etmiştir. Türkiye'de bütün bu olaylar olurken AKP yetkilileri kendilerini sütten çıkmış ak kaşık gibi masum ve olan biten hiçbir şeyde sorumluluğu olmayan bir mağdur olarak göstermektedir. İlginç değil mi?