Cumhurbaşkanı seçimi ve başkanlık
2011 Genel Seçimler sonrasında “Yeni Anayasa” süreci başlamıştı. Siyasi partiler arasında “Anayasa Uzlaşma Komisyonu” kuruldu. Bu komisyon uzun süre “Yeni Anayasa” için toplandı, tartıştı, maddelerin yazımına geçti ve sonra da dağıldı. Komisyonun dağılmasının nedeni AKP’nin parlamenter sistem yerine “Başkanlık” sistemini dayatmasıydı. Muhalefet AKP’nin başkanlık sistemi önerisini reddetti. Bunun üzerine AKP, “Yarı Başkanlık”, “Siyasi Partili Cumhurbaşkanlığı” ve nihayet “Türk Usulü Başkanlık” sistemi önerilerini sundu. Bütün bunlar da muhalefet tarafından kabul edilmeyince AKP komisyondan çekildi, Anayasa da yenilenmeden olduğu gibi kaldı.
10 Ağustos tarihinde Türk halkı, mevcut Anayasaya göre Cumhurbaşkanını seçmek üzere sandık başına gidiyor. Halk doğrudan Cumhurbaşkanını seçecek. Halkın yüzde elli artı bir oyla seçeceği Cumhurbaşkanı çok güçlü bir konuma gelmiş olacaktır. Mevcut hükümetten de fazla oy alarak seçilmiş olan Cumhurbaşkanının Anayasadaki yetkilerle yetinmeyeceği şimdiden öngörülebilir.
Mevcut anayasaya göre Cumhurbaşkanı olan kişinin parti kimliğinden soyutlanması, tarafsız olması ve partisiyle bağlarını kopartması gerekmektedir. Anayasa hem partiyi hem de Cumhurbaşkanlığını birlikte yürütme imkânını Cumhurbaşkanına vermemektedir. Bu nedenle AKP, Anayasa Uzlaşma Komisyonu’na “Siyasi Partili Cumhurbaşkanlığı” teklifinde bulunmuştu. Özal ve Demirel örnekleri, partilerinin genel başkanıyken Çankaya’ya çıkanların eninde sonunda parti üzerindeki hâkimiyetlerini kaybettiklerini göstermektedir. Aynı anayasaya tabi ancak seçimle gelmiş güçlü bir Cumhurbaşkanının, mevcut yetkilerle yetinmesi beklenemez. Bu durum da mevcut ortamda fiilen ikili bir iktidar odağı meydana getirecektir. Konu Erdoğan yönünden çok daha önceliklidir. Çünkü Erdoğan, Cumhurbaşkanı değil, Türkiye’nin her şeyi olmak istemektedir. Başbakan Erdoğan, hem AKP’yi hem de Türkiye’yi yönetebilecek bir Cumhurbaşkanı olmak istemektedir. Bunun önünde ise anayasadan ve sistemden kaynaklanan engeller vardır. Erdoğan’ın, Cumhurbaşkanlığı seçimleriyle ilgili söyledikleri, her şeyi özetlemektedir: “Cumhurbaşkanını ilk kez halk seçecek. Bu bakımdan önemli. Anayasa, Cumhurbaşkanını yürütmenin başı olarak görüyor. Bu seçimden sonra sorumluluklar daha da farklı olacak. Protokol cumhurbaşkanı değil, terleyen, koşan, koşturan cumhurbaşkanı...”
Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçilmesi halinde ilk yapacağı iş, genel seçimden önce anayasa değişikliği yaptırarak Cumhurbaşkanının yetkilerini yeniden düzenlemesi olacaktır. Böyle bir ihtimal çok yüksektir. Erken genel seçim ve ardından “başkanlık” sistemine giden bir anayasa değişikliği de pek ala gündeme gelebilir. Erdoğan ve çevresindeki ekibe bakarsanız, AKP’nin adayının Cumhurbaşkanı seçilmesiyle bir sistem değişikliği neredeyse otomatik olarak gerçekleşmiş olacaktır. Erdoğan “başkanlık” talebini seçim alanlarında dile getirecek, halk da buna göre iradesini belirtecektir. O halde bu konuda anayasaya değil Erdoğan’ın ağzından çıkacaklara bakmak gerekir. Bu sığ bir yaklaşımdır.
Anayasaya göre Cumhurbaşkanı seçilenler anayasadaki yazılı kurallara uymak zorundadırlar. Bu normal şartlar altında doğrudur.
Türk halkı Cumhurbaşkanını mevcut anayasaya göre seçerken, seçtiği Cumhurbaşkanına Anayasa’da yazılı olmayan yetkileri vermiyor. Cumhurbaşkanı halkoyuyla da seçilse, Anayasa Erdoğan’ın talep ettiği yetkileri öngörmüyor. Anayasa’yla çizilmiş olan çerçeve, parlamenter sistemdir ve bu sistemde Cumhurbaşkanının yetkileri de bellidir.
Bu sistemde ülkeyi Cumhurbaşkanı değil Başbakan yönetir. Erdoğan Cumhurbaşkanı seçilir de, Çankaya’da Başbakan’ın bazı görevlerini üstlenmeye kalkışırsa Anayasa’ya aykırı hareket etmiş olacaktır. Anayasaya aykırılık, Erdoğan için değil, anayasaya ve hukuk devletine uymak gibi bir sorunu ve sorumluluğu olanlar için geçerlidir!