"Çözüm yasası" neden hâlâ yürürlükte?

Başbakan Ahmet Davutoğlu, dün AKP Grup Toplantısı'nda "Serok Ahmet" sloganları arasında başladığı konuşmasında, bir kere daha, ve zannediyorum "2013 koşullarına dönülürse çözüm sürecini buzdolabından çıkarır, mikrodalgada itinayla ısıtırız" yollu mesajlarından sonra hedefi olduğu öfkeyi bertaraf amacıyla, "Terörle mücadelede geri dönüş olmayacak" dedi.

"Bu mücadele dağlarımız, ovalarımız, şehirlerimiz teröristlerden temizlenene kadar devam edecek" diye ekledi.

Söylediğine göre "Ülkemiz ve milletimize silah doğrultanlara hak ettikleri cevap verilecek"ti.

Keza;

Ha PKK, ha paralel yapı; "her ikisi de devlet düşmanı, millet düşmanı, demokrasi düşmanı"ydı.

Avukat Vural Ergül, dün "Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun"un metnini hatırlatınca sormak şart oldu:

"Hoca"m,

Yahut daha etkili olacaksa "Oooooleeeey Serok Ahmet Oley Bey(!)" çok affedersiniz bu ne perhiz bu ne lahana turşusu?

Bizzat amacı "çözüm sürecine ilişkin usul ve esasları düzenlemek" olan bu kanunla mı temizlemeyi düşünüyorsunuz dağları, ovaları?

Bizzat o "usul ve esaslar"ın yarattığı zafiyet sayesinde kaybedilmedi mi zaten Güneydoğu'da devlet otoritesi?

Öyleyse, bu kanun neden hâlâ yürürlükte?

"Buzdolabına kaldırma" süreci neden "yasal" boyuta da taşınmadı hâlâ?

Bir ihtimal daha var o da "Başkanlık" vizesi alındığı an "çözüm sürecine" dönüş mü dersiniz?

Bu yüzden mi, daha İçişleri Komisyonu'ndaki basına kapalı görüşmeleri sırasında bile muhalefetin (aslında sadece MHP'nin) "terör örgütünün tehdidiyle" hazırlandığı için sert tepki gösterdiği, "PKK'lı teröristlerin eve dönüşleri"ni de kapsayan bir sürü başlıkta bütün yetkiyi hükümete veren bu kanundan vazgeçil(e)memesi?

*

Büyük Tecavüz Zaferi!

Birbirine sıkı sıkı sarılmış, sırtını sıvazlayan, elini, kolunu, omzunu tutmak suretiyle "yanında" olduğunu hissettiren, anın coşkusunu iliklerine kadar "paylaşan", sonra şöyle birkaç adım geri çekilip birbirlerinin yüzüne gururla baktıktan sonra kahkahayı basan ve yeniden sarılan iki kadın görseniz;

"Birinden birinin başına talih kuşu kondu zahir" diye yorumlarsınız muhtemelen...

"Hayırlı bir kısmet"e yorarsınız...

"Çocuk"tur, "vuslat"tır, "ev"dir, "iş"tir; bir müjde filan aldıysa demek...

Şeytanın bacağını kırdıysa hayatının en ummadığı anında...

Kumardan anlamam ama egemen zihniyetle aynı dile yaklaşma çabama verin;

Bire bin veririm -varsa öyle bir oran- bir tek Allah'ın kulu da demez ki bu "mazbut, mütevazi, muhafazakâr, anaç" kılıklı kadınlar el kadar bebelere tecavüzün aklanmasını kutluyorlar!

Hem vallahi, hem billahi kutladılar!

Himayelerindeki sosyal hizmet kurumlarında yaşanan taciz/tecavüz vakalarını, "bir defaya mahsus oldu" diye o kurumların ne kadar ilgilisi/yetkilisi varsa dahil ederek soruşturmaya yanaşmamaları üzerine, sorumlular hiyerarşisinin "1 numarası" hakkında verilen Gensoru Önergesi reddedilince, Genel Kurul'a sokmak yasak olmalı ki bir tek dokuz kat davul çaldırıp halaya durmadılar! Çünkü, o Hükümet sıralarından başlayarak iç içe birkaç daire oluşturacak uzunluktaki halay pozisyonu dizilişine bakınca; belli imkan olsa onu da yapardılar!

***

Küfürden bedduaya envai çeşit tepki gösterildi dün o fotoğraflara.

Kendi adıma; epey bir kolonya boca ettiğim ellerimle ağzımı kapattıktan sonra bir süre öyle boş boş baktım;

Bir "anlam" yüklemeye çalıştım.

"İnsan" olan cümle sapığa sapkına tam yol ileri serbestisi manasına da gelen bir duruma vesile olmaktan neden bu denli memnuniyet duyar?

Ha bu arada;

Elimi ağzıma götürmem kusmamak için!

Çünkü tiksindim, insan olmaktan, kadınlığın mazrufu çoktan mankurtlaşmış bir "zarf"tan öte manasının kalmamasından, hani en hızlı kirlenen rengin aslen temizliğin timsali beyaz oluşu gibi ilk "annelik" duygusundaki çürümeyi de belgelemesinden!

***

"Takı kuyruğu değil tecavüzü aklama tebriki" etiketi altında bizim bile farkında olmadan "makarası yapılır" derecede olağanlaştırdığımız Genel Kurul fotoğrafları bir çocuğa daha kefen olduktan sonra, 3 yaşında bir bebek tecavüze uğradıktan ve bu "yerli ve millî yozlaşmamız"ın gölgesinde verdikten sonra son nefesini;

"Allah aynı acıyı size de yaşatsın" diyerek o sözde kadın, sözde anne, sözde baba, sözde adam olanların siyasi ihtiras uğruna işledikleri günahların bedelini "masum" çocuklara bulaştırmaya elvermez içim. Müsaadenizle şunu sorup çekilmek isterim:

Sıradaki "çılgın proje"niz tecavüzü de "suç" olmaktan çıkarmak ve parçası olduğunuz rezaletleri "meşrulaştırmak" olabilir mi?

*

BİLGİ NOTU...

Her iki davanın da seyrini, akıbetini merak eden çok okurumuz var biliyorum. O nedenle not düşmeden geçmek istemedim.

İki yıl önce Esenyurt'ta MHP seçim bürosuna yapılan terörist saldırıda şehit olan Cengiz Akyıldız'ın katillerinin yargılandığı davanın önceki gün Bakırköy Adliyesi'nde yapılan onuncu duruşmasında avukatlar Cumhuriyet Savcılığı'nın mütalaasına itirazda bulunarak, olayın basit bir suç olmadığını belirttiler ve bir terör suçu olarak da ele alınması gerektiği yönündeki taleplerini tekrarladılar. Rahmetli Akyıldız'ı geri getirmez, ailesinin acısını dindirmez elbet ama PKK'nın şehirlerde yayılan "çocuk savaşçı"larını kullanarak katlettiği bir Türk Milliyetçisi'nin hatırasına, amiyane tabirle "kim vurduya gitti" yaftası asmak, Cengiz Abi'den sonra bir de adalet duygusunun katli olmaz mı?

Ve Fırat...

Ege Üniversitesi'nde katledilen Fırat Çakıroğlu'nun katilleri de yarın bir kere daha hâkim önünde olacaklar İzmir Bayraklı Adliyesi'nde...

128768.jpg

Yazarın Diğer Yazıları