Çözüm ya da çözülme!
Silahlar susacak, fikirler konuşacaktı. Terör örgütü mensupları sınırın diğer yanına gidecek ve silah bırakacaktı. Türkiye demokratikleşecek, barış ve kardeşlik ortamı kurulacaktı. Böylece “çözüm süreci” amacına ulaşacaktı.
Başbakan “Akil Adamlar” a halkı ikna edin, teröristlere de, silahlarınızı gömün ya da mağaralara bırakıp gidin, dedi.
Terör örgütü yöneticileri, ‘silahsız asla olmaz’ kurda kuşa karşı “silahlarımızla gideceğiz!” dediler. Başbakan da “gidin de nasıl giderseniz öyle gidin’anlamına gelen sözler etti.
Sonrasında senaryo devreye girdi. PKK çekiliyor gibi yaptı. İktidar da “ha çekildi ha çekilecek” beklentisi içine girdi.
İktidar “çözüm süreci” nde gözlerini, kulaklarını ve aklını adeta devre dışı bıraktı. Olanı biteni görmüyor, eleştirileri hem duymuyor hem de küçümsüyordu.
Başbakan Erdoğan ve arkadaşları başlatılan bu süreci sorgulayan kim varsa tamamını “kandan beslenenler!”, “varlığı teröre bağlı olanlar” olarak topluma sundu.
Başbakan Erdoğan önce elini, sonra gövdesini, daha sonra da başını, “çözüm süreci” için taşın altına koyduğunu açıkladı. Böylece Başbakan açısından taşın altına konulacak başka bir organ kalmamış oluyordu.
PKK ile neyin pazarlığını yapıyorsunuz? Silahlı teröristlerin elini kolunu sallayarak sınırın dışına çıkmasına hangi yasalardan aldığınız yetkiyle izin veriyorsunuz? Silahlı teröristlerin sınırın öte yanındaki kamplarına gitmeleri, sorunu nasıl çözecek? Teröristbaşının talepleri doğrultusunda akil adam, çözüm komisyonu kurmak neyin nesi oluyor? Sınırın öbür tarafına çekilmek, çözüm müdür? Dağda kaç teröristin olduğunu biliyor musunuz? Teröristlerin çekildiğine kim karar verecek?
Sorulan bu ve benzer sorular “çözüm karşıtı” olarak nitelendirilerek iktidar tarafından geçiştirildi. İktidar için asıl olan teröristlerin çekilmesiydi. Hâlbuki teröristbaşı sızan “İmralı Tutanakları” nda açıkça şunu söylemişti: “Tek taraflı çekilme olmayacak... ‘Çekilirsek gerilla biter’ görüşüne katılmıyorum. Çekildiğimiz alanda gerillayı daha da büyüteceğiz”.
Süreç tam da Öcalan’ın dediği gibi gelişiyordu. Terörist unsurlar büyük bir serbestiye kavuşmuştu. Rahatça kentlere iniyor, oradaki örgütlenmelerini de büyük bir iştahla tamamlıyorlardı. Sınır dışına ise hasta, sakat, yeni katılan ve örgütte sorun yaratan pasif terörist unsurlar çıkarılıyordu. Böylece örgüt daha mobil hale geliyordu. Örgüte katılanların sayısı ise dışarı çıkanların sayısını kat be kat geçmişti.
Örgüt, -büyük kitle katliamları hariç- eylemlerine aynen devam ediyordu. İktidar, süreç zarar görür diye bunları açıklamıyordu. Sokakta korucu infazlarından kırsala adam kaldırmaya, karakola saldırmaktan teknisyen kaçırmaya, şantiye basmaktan araç yakmaya kadar bütün örgütsel eylemler aralıksız sürüyordu.
Bu arada “Kuzey Kürdistan” konferansı düzenlendi. Dört parçalı Kürdistan’ın birlik ve bağımsızlığının hedef alındığı açıklandı. Sınırların tanınmadığı, mahalli seçim sonrası özerkliğin ilan edileceği duyuruldu. YDGH eğitilip sokağa çıkarıldı. “Çözüm süreci nedeniyle rehavete kapılmayın” diye açıklama yapıldı. Teröristler için “anıt mezarlıklar” yapıldı. Yollarda kimlik kontrolleri yapıldı. Örgütün kolluk gücü ve vergi adı altında haraç toplama komiteleri ortaya çıktı.
AKP hükümetine “çekilme tamamlandı, ikinci aşamaya geç” , baskısı yapılınca işin çehresi değişti. Başbakanın ağzından, terör örgütünün ancak %15’i çekildi, örgüte katılımlar sürüyor. Bu şartlarda ikinci aşamaya geçilemez mesajı verildi.
PKK’nın elebaşlarından Karayılan, “PKK kendini tasfiye etmeyecek, katılımlar olacak. Korucular olmayacak, baraj yapılmayacak ve karakol inşa edilmeyecek” dedi.
BDP lideri; yol kesme sürecin ruhuna aykırıysa, hükümet bu durumda sürecin ruhuna uygun hareket etsin. Karakol yapmaktan vazgeçsin. KCK’lılar serbest bırakılsın. Öcalan’ın durumu iyileştirilsin, dedi.
Olan biten, herhangi bir “çözüm süreci” nden bahsetmeyi mümkün kılmıyor. Ama Türkiye’nin Güneydoğusunu Türkiye’den çözmek, koparmak sürecinden bahsetmek mümkündür!