“Çözüm süreci”nin tılsımı
Lice’de bölücülerin askeri garnizondaki Türk Bayrağını indirmesi, yurtta büyük bir infiale yol açmış, bütün illerde yürüyüşlerle tel’in edilmiş ve edilmektedir. İktidar partisinde ise tam bir panik ve suçüstü hali yaşanmıştır. Bilhassa Başbakan’ın, bu menfur saldırı ile ilgili olarak salı günü grup toplantısında; “Neymiş? Çözüm sürecini sekteye uğratmayalım. Ne demek ya? O bayrağı indireni, neyse alacaksın indireceksin gereğini de yapacaksın” diyor ve şöyle devam ediyor: “Biz büyük devlet refleksiyle hareket edeceğiz. Üç beş piyonun, korkakların tahrikiyle yolumuzdan sapmayacağız. Hem o provokatörlere haddini bildirecek, hem de çözüm sürecini ilerleteceğiz” Beşir Atalay ise; “Güvenlik birimlerimiz çözüm sürecinin hassasiyeti nedeniyle çok temkinli dikkatli, çünkü bizim talimatımızdır, o bölgede de bu hassasiyetin çok fazla dikkate alınması gerekiyor” şeklindeki ifadesiyle, “çözüm süreci”nin tılsımına vurgu yapıyor.
Gerçekten de bu “çözüm süreci” çok tılsımlı olmalı ki; (!) Türk Devletinin egemenliği, kamu düzeni, kanun hakimiyeti alabora edilip, bayrağı indirilerek bölgede paralel bir devlet (!) oluşumuna çalışıldığı görülmektedir. Göz göre göre yapılanları hatırlayalım: bölücü terör örgütü yol kontrolleri yapmakta, ana yollara hendekler açarak ulaşımı engellemekte,vatandaşlarımızı, kamu görevlilerini ve güvenlik güçleri mensuplarını kaçırmakta, Köy Korucularını şehit etmekte, şantiyeleri basıp yakmakta, kalekol ve karakol inşaatlarını engellemekte, diğer yandan “yargılama”, “vergi toplama”, “asayişi sağlama”, “öz savunma gücü” adı altında silahlı kuvvetler teşkili ve “özerklik-özyönetim” aldatmacasıyla bağımsız bir devlet için alenen çalışmaktadır.
Bu durumda yine soralım: İktidar yetkilileri gibi bölücü terör örgütü elebaşlarının da dilinden düşürmediği sihirli “çözüm süreci” nereden çıktı? Zihnini kiraya vermeyenler için bu soru garip karşılanabilir, ama biz yine de izaha çalışalım. Bunun için, 1999 başından 2004’e kadarki döneme, yani terörist başının mahkum edildiği, örgütün dağıtılıp eylem yapamaz hale getirildiği, hayatın normale döndüğü 6 yıllık döneme gitmeden, Ocak 2013 İmralı Mutabakatı’nı hatırlayalım. Geçen yazımızda daha geniş şekilde yazmıştık. Orada ilk madde “çatışmasızlık”, ikinci madde silahlı teröristlerin “sınır dışına çıkma”sı, üçüncü madde “özerklik-özyönetim” değil miydi?
“Çatışmasızlık” ise; ben terör eylemi yapmayacağım, sen de bana operasyon yapma demektir. Siz buna “devletin teslim edilmesi” de diyebilirsiniz. Zira, insanlığa karşı suç işleyen terör örgütü ile meşru devlet aynı, eşit konuma getirilmektedir. “Çatışmasızlık!” sağlanınca da örgüt, “Mutabakatın” üçüncü maddesi gereğince “özerklik/devletleşme (!)” hakkını elde edeceğinden, serbestçe çalışma imkânına kavuşuyor. Burada akla “özerklik/özyönetim” devletleşme mi, diye bir soru gelmemeli. Çünkü bu kavramlar gerçeği gizlemek, Milletimizi aldatmak için kullanılmaktadır. Zira “özerklik” veya “özyönetim”in, iç asayişi (trafik düzeni gibi) sağlamak üzere polisi olabilir, ama “öz savunma gücü” , yani ordusu olamaz. Eğer ordusu olursa (ordu bağımsız devletin kurumudur), buna bağımsızlığı ilan edilmemiş “devlet” denir. Aynen Kuzey Irak’ta Barzani yönetiminin “Peşmerge” ordusuna sahip olması gibi. IŞİD Irak’ı karıştırınca, mümkündür ki, beklemekte olan Barzani bağımsızlığını ilân edecektir. Irak’ı 2003’te işgal eden ABD-İngiliz Koalisyonu, Irak Federal Cumhuriyeti Anayasası’nı, ülkeyi üçe bölecek şekilde böyle düzenlemişti.
Acaba iktidar sahiplerinin her vesileyle tekrarladıkları, “aman süreç bozulmasın” demelerinin sebebini anlatabildik mi? Burada akla şöyle bir soru daha gelebilir; “Türk Milletinin ülkesi ve devletiyle bölünmez bir bütün olduğunu düşünenler, neden böyle bir süreci benimsesin?” Bu sorunun cevabı şöyle veriliyor; özetleyelim: “Milli (bir millete ait) ve üniter devlet yapısı, artık dar geliyor, büyümemizi önlüyor. Dünyada federasyonlar devri başlamıştır. Büyümek için çağa ayak uydurmalıyız. “Yeni Osmanlıcılık” “Anadolu Federasyonu” gibi. Büyümenin de sınırı yoktur. Mesela; terör örgütü ile Türkiye sınırları içinde, Barzani ve Suriye’den birer parçanın katılması ile dışarıdan hatta diğer ülkelerden İHVAN hizip grupları ile birleşebilir, ” federasyon “olur büyürüz.” Bir yanlışı hemen düzeltelim, federasyonlarda, federe devletler de aynı millete mensup olduğundan, milli devlet yapısı devam ediyor. Ama ayrı milletler veya etnisitelerin devletine, “çok milletli veya çok ortaklı devlet” denir ki, egemenlik paylaşıldığında, tarihte ve zamanımızda yaşananlar göstermektedir ki, iç savaş kaçınılmaz hale gelir. Günümüzde, bunun küçük bir örneği Irak’ta yaşanmaktadır.
Büyüme işine gelince; Türkiye Cumhuriyeti’ne PKK, Barzani ve diğerleri ortak olursa nasıl büyümüş olacağız? Biz onlara değil, onlar bizim devletimize ortak olmaktadır. Yani sizin evinize komşularınız ortak olursa, siz büyümüş olur musunuz?
Konuyu daha fazla gülünç hale getirmeden soralım; acaba “çözüm süreci” nin tılsımını anlatabildik mi?