Coşkun akan su yatağını bulur
Türkiye'de bir millî duygu patlaması var. Televizyon ekranlarından her gün dalga dalga yayılan şehit haberleri insanların yüreklerini dağlıyor. Cenazeleri artık binler değil on binler kaldırıyor. Devletin harîm-i ismetine kadar uzanan terör saldırıları millî bir öfkenin kabarmasına yol açıyor. Türk milleti patlamaya hazır bir bomba gibi.
Millete, vatana ve devlete karşı yapılan cüretkâr saldırılar, sorumlulardan yeterli karşılığı görmediği takdirde millî duygu, millî öfkeye dönüşür, sel olup akar, hiçbir engel tanımaz, etrafı devirip yıkar.
Millî duygu ve öfkenin sel olup taşmaması için sakin bir şekilde akacağı yatağı bulması gerekir. Bunun için de sorumlu olanların, yönetim mevkiinde bulunanların, üzerlerine düşen görevleri yapmaları şarttır.
Ancak Türkiye'de garip bir durum var. Millî duygu patlaması bir türlü doğru istikameti bulamıyor. Ülkeye kastetmek emelleri açık olan bölücü terör ve gruplara karşı millî bir heyecan dalgasının yükselmesi son derece tabiidir. Fakat bir de bölücü terör ve grupları besleyen, onların gelişip serpilmesine zemin hazırlayan, hatta bir kısmı onlarla aynı emelleri taşıyan sorumlular var. Tabii olarak millî öfkenin onlara da yönelmesi gerekir. İşte bu bir türlü olamıyor. Hatta tam tersine, bölücü teröre karşı millî heyecan ve öfkesi gittikçe kabaran gruplar, bölücü teröre zemin hazırlayanlarla beraber oluyor.
Bu olgunun sebepleri üzerinde durup düşünmek gerekir.
Okuyucuların belki dikkatini çekmiştir. Hep "duygu, heyecan, öfke" kelimelerini kullandım. Bu kavramların içinde "akıl ve şuur" yoktur. Söz konusu gruplar kendilerini "milliyetçi" olarak niteleseler de aslında sadece "millî duygu taşıyan" gruplardır. "Milliyetçi" olabilmek için "millî şuur, millî bilinç" sahibi olmak gerekir. Bunun için de belli bir kültür seviyesi şarttır.
Peki ne olacak? "Millî duygu taşıyan" gruplar doğru istikamete nasıl yönelecekler?
Bunun için "millî şuur" sahibi olan "milliyetçi"lerin "millî duygu"ya "yer ve yön" göstermesi gerekir. Fakat öyle anlaşılıyor ki Türkiye'deki "milliyetçi siyasi örgüt", bu kabiliyetten mahrumdur.
Milliyetçi siyasi örgütle ilgili sorun elbette öncelikle yönetimiyle ilgilidir. Fakat asıl sorun daha derinlerdedir.
"Milliyetçilik" kavramı uzun süreden beri, "dinin şeklî unsurları"na indirgenmiş durumdadır. Din, toplumların en önemli "kutsal"larından biridir. Müslüman toplumlarda ise en önemli "kutsal"dır. "Vatan, millet" gibi kutsallar dahi "din"in manevi halesi ile kuşatılmıştır. Ancak Müslüman toplumlarda din, manevilik ve ulvilikten uzaklaşmış, "ritüel"lere, "şeklî unsur"lara hapsolunmuş durumdadır. Türkiye'de de dinin bu tarzda algılanışını en iyi temsil ettiği iddiasında bulunan bir siyasi parti vardır ve "dinin şeklî unsurlarına indirgenmiş milliyetçilik" de bu partide kendisine rahatça yer bulmaktadır. İşin tuhaf ve paradoksal yanı da "milliyetçi siyasi parti"nin bu şeklî unsurlara daha fazla yer vererek oy kaybının önleneceğinin düşünülmesidir.
"Milliyetçi siyasi parti" ile ilgili diğer bir sorun, gerek yöneticilerin, gerek yöneticilere karşı çıkanların "milliyetçilik"i bir "grup", bir "hizip" hareketi zannetmeleridir. Bu yanlış anlayış, bazılarında o kadar ileri noktadadır ki çok defa kendi "hizip"lerinin çıkarlarını milletin çıkarlarının üstünde görebilmektedirler. Bu anlayış, "parti/hizip mensuplarına iş ve kadro talebi" ile somut olarak ortaya çıkmaktadır.
Hiç şüphesiz siyasi parti içinde de dışında da "milliyetçilik" kavramını, olması gerektiği gibi temsil edenler vardır. Sorunu onların dayanışması ve birlikteliği çözebilir.
Son söz: Millî duygu ve heyecan bugün yanlış istikametlere yönelse de sonunda ihaneti mutlaka tanır ve sorumluları cezalandırır. Coşkun akan su da sonunda mutlaka yatağını bulur.