Çok şerefliler!
Subay çarşıda hamile eşiyle alışveriş yapmaktadır. Arkadan sessizce yaklaşan terörist, subayın ensesine kurşun sıkarak onu şehit eder ve kaçar. PKK'lı teröristler uykudaki iki polisi ensesinden kurşunlayarak katlederler. ATM'den para çekmek için bekleyen ve bu sırada babasıyla konuşan askeri de kahpece kurşunlarlar.
Demokrasi, insan hakları savunucularından nam-ı diğer barış severlerden ses yoktur. Gazete ya da televizyonlarda ellerini ovuşturarak olanı biteni seyrederler.
Asker akrep yuvalarına karşı hareket geçer. Kandil vurulur, cinayet örgütü PKK geriletilir. Eğitim alanları başlarına yıkılır.
Derhal baykuşların tünediği diyardan sesler gelir: "Eller tetikten çekilsin... Analar ağlamasın." Bu seslerin sahipleri tanıdıktır. Onlar, katilleri pusulara sürenler, övüp, cesaretlendirenler ve yönlendirenlerdir!
Onlar, analar ağlamasın derken de polisin, korucunun, subayın ya da vatandaşın anasının değil teröristin anasının ağlamamasını kast ederler.
Elde somut olgular vardır... Bitlis'te PKK'lılarca kaçırılan geçici köy korucusu Nihat Çaprak, bir elektrik direğine bağlanarak, baş ve vücudunun değişik bölgelerine ateş edilmek suretiyle alçakça şehit edilir.
Hiç kimseden hiçbir ses çıkmaz!
Diyarbakır'da polis Ali Kızıloğlu, PKK'lılarca katledilir. Yasin Börü, 7/8 Ekim olayları sırasında işkenceyle öldürülür. Bingöl Emniyet Müdür Yardımcısı pusuya düşürülerek şehit edilir.
Çözümcünün, açılımcının, savaş karşıtının bunca olana bitene karşı söylediği hiç bir şey yoktur.
Terörist yol keserken, adam kaçırırken, vergi toplarken, vatandaşların araçlarını yakarken, şantiyeleri basarken; liberaller ya da akil adamlar suspustur. Ne sözde aydınından, ne de barış severden "pusulara son verilsin", "şehitler gelmesin!", "insanlar kahpece öldürülmesin" diye ses çıkmaz.
Onların sesi çıkmaz çünkü onlar sahiplerinin sesidir. Sahiplendikleri de Kandil'dir, KCK'dır, İmralı'dır. Savaş karşıtı slogan atanlar, insanlar katledilirken, şantiyeler basılırken ortalıkta hiç görünmezler.
Terörist, özerklik ilan eder, mahallelerin girişlerine hendekler açar. Çözüm diye yaygara koparanlar, barış diye mangalda kül bırakmayanlar bunun ne anlama geldiğini de anlamazlıktan gelirler!
Onların polis öldürülünce sesi duyulmaz, askere pusu kurulurken de gıkları çıkmaz!
Dahası milletvekili sıfatını taşıyan bir grup HDP'li yolda uzun namlulu silahlarla pusuya hazırlanan PKK'lılarla kucaklaşır. Onlarla hasret giderir, tebrikleşirler. Sonra da dönüp, 'barış ve kardeşlik için kanın durmasından' söz ederler.
6/7 Ekim'de HDP'nin en üst yöneticileri "ortalığı Kobani'ye çevirin!" diyerek, halkı sokağa çağırırlar. Sonuçta halk sokağa çıkar, sokaklar Kobani'ye döner ve elliyi aşkın yurttaş ölür. Kimisi "Başkan Apo'nun heykelini dikeceğiz", kimisi "PKK sizi tükürüğüyle boğar" kimisi de "o keleşi size çevirmesini çok iyi biliyoruz, bu memleketten defolup gideceksiniz" der.
Bütün olanlar karşısında süreç savunucuları ölüm sessizliğine bürünürler. Bunca cinayet ve tehdide karşı söyleyecekleri sözleri yoktur.
TSK, vatandaşının can ve mal güvenliğini korumak ve PKK'yı cinayet işleyemez hale getirmek için harekete geçtiğinde aydın kılıklı, STK formatlı ekip, kuyruğuna basılmış kediler gibi "Savaş istemiyoruz" çığlıkları atarlar. Attıkları 'Eller tetikten çekilsin... Barış istiyoruz" sloganlarıdır.
Halbuki, Türkiye'de savaş yoktur, kimse de savaşa girmiş değildir. Türkiye'de PKK'nın sabotajları, pusuları, mayınları, katliamları ve yol kesmeleri vardır. TSK, gözü dönmüş PKK'lı canileri, cinayet işleyemez hale getirmeye çalışmaktadır. Bu durumda "herkes silahları bıraksın" demek 'katile, pusucuya, alçağa ve cani PKK'ya dokunmayın' demektir.
Bunlar kafasına kurşun sıkılanı değil kafaya kurşun sıkanı, yolu kesileni değil yolu keseni, aracı cayır cayır yakılanı değil araç yakanı, şantiyesi basılanı değil şantiyeyi basanı, mayınla param parça olanı değil mayınla insanları parçalayanları savunuyorlar.
Ne dersiniz çok şerefli bir iş mi yapıyorlar!