Çok mu zor?
‘Sağ’ı anladık, yolsuzluk, talan, imar tüccarlığı, gelir adaletsizi, servet depolayıcısı, fırsatını yakalarsa maddî-manevî bütün değerlerin stokçusu imajından kurtulmaya pek niyetli değil... İktidara uzanan tabelaları farklı tarih kesitlerinde değişse de, genlerine işlemiş o karakteri kolayca değişmiyor... Çağlar üstü fikir!.. ‘Atalar dini’ gibi!.. Köşesiz, alabildiğine esnek ve mezhebi geniş!..
Ya ‘sol’a ne demeli? Milletin değerlerine şüpheyle bakan, onu tehdit gibi görmekten vaz geçmeyen, dinî değerlerle samimî bir barışı pek aklından geçirmediği için toplumun büyük bir kesimi ‘sağ istismarcı’nın kucağına bırakan bir imaj... Belki genelleme haksızlıktır ve böyle düşünmeyenlerin varlığı da bir gerçektir... Ama dedik ya ‘imaj’ bazen her şeydir ve görüntü problemlidir...
Bu topraklara karşılıklı kötülük ediliyor... ‘Sağ’ı temsil edenlerin önemli bir kesimi ‘sömürü’ye ve her türlü ‘işbirliği’ ne açık bir yönetim tarzını değişen ve küreselleşen dünyanın bir mecburiyeti olarak sunmakta pek mahir... Zaten üzerine ‘din sosu’ ilâve edilip servis yapıldığında her türlü projeyi yemeye hazır büyükçe bir kitle var... ‘Sol’ ise kendisi iktidara gelemediği gibi savundukları ve söyledikleriyle o kitlenin ‘sağ’ın tekelinde kalmasına hizmet ediyor...
Esasında öyle bir kavram kargaşası var ki, dünya klasiklerine kafa tutuyor... Büyük kentlerin iktidarla doğrudan menfaat ilişkisi olmayan orta-üstü zengin ve elit diye nitelenen kesimi kendisini ‘sol’da ifade ederken, fakirler ideolojilerini dünyanın tersine ‘sağ’da arayıp buluyor... Bu garabet solda bir iç muhasebe ihtiyacı hiç bir zaman doğurmadı ve doğuracak gibi de görünmüyor... Halkın sayıca önemli bir kesimi ‘sol’u savuna geldiği değerlerin hasmı olarak değerlendiriyor ve ona göre siyasî pozisyon alıyor... Özetle ‘sağ’bu toprakları yağmalayan bir kimliğe kapı aralarken, ‘sol’ bu toprakların değerlerine ‘mesafe’yi ve yabancılaşmayı temsil ediyor...
Elbette burada kast ettiğimiz ‘merkez’dekiler... Bir de radikal sol var... Suriyeli sığınmacılardan sonra Türkiye’deki ikinci sığınmacı grubu oluşturuyor... Nasıl ülkelerindeki iç savaştan kaçan Suriyeliler Türk topraklarına sığındıysalar, radikal Türkiye solunun ağırlıklı bir kesimi PKK’nın himmetine sığınmış durumda... Apo’nun talimatıyla kurdukları partide ‘eşbaşkanlığa’ ve kendilerine bahşedilecek ‘eşKürtçülüğe’ fit oldular... Apo’nun ‘Mahir Çayan’ın emaneti’ dediği bu partiyle PKK ideolojisini pazarlayacaklar... BDP’nin giremediği veya girse bile umduğunu bulamadığı, farklı kitlelere açılamadığı bölgelere girecekler...
Bu yıl içinde BDP heyetinin Karadeniz’e açılma ve psikolojik eşiği aşma planı daha Sinop durağında suya düşmüştü... Bu isim ve imajla ülke genelinde siyaset yapmanın zorluğu ortadaydı... Derhal gönüllü Truva atlarını buldular, parti kurdular... Şimdi diğer illerde bu partiyle teşkilatlanmayı ve meşrulaşmayı deneyecekler... Eh o radikal sol, Marksist doğası gereği bütün milliyetçilik türlerine karşıydı ama PKK hareketinin Marksist kimliğini uzunca zamandır gündeme getirmemesinin nedenlerini pek sorgulamıyor, şimdiki ‘etnikçi’ liğinden ve ‘alternatif dindar’ lığından da rahatsız olmuyor... Dünyada sadece Türk kimliğine ‘etnik alerji’ si olan ve sadece Türk milliyetçiliği söz konusu olduğunda ’milliyetsiz dünya’özlemi depreşen Türkiye marjinal solu, bu yönüyle dünya Marksist hareketleri içinde de farklı bir zemine oturuyor... Hâlâ ‘soğuk savaş’ın dilini kullanan ve ‘faşizme karşı birleşik cephe’ rüyasıyla kendi intikamını ancak bölücü hareketin diri unsurlarıyla alabileceğini zanneden ve bunun için de kendilerine bahşedilen her türlü role razı gurursuz ve ilkel bir duruş... PKK’nın göstereceği siyasî himmete karşılık bir nevi ‘taşıyıcı annelik’!..
Ne talihsiz bir ülkemiz var; ‘sağ’lı ‘sol’lu hırpalanıyor... Gıdası ‘önyargılar’ olan kamplaşmalar yüzünden bu iki kavram altında gevşek bağlarla da olsa kümelenenlerin bazen basitliğini, bazen ihanetlerini, bazen de budalalıklarını gördükçe ülkeye acıyor insan...
Dinle barışık ulusalcılık, aklını hiç kimseye ipotek vermemiş milliyetçilik, milliyet gerçeğiyle barışık anti-emperyalist İslâmcılık, bütün küresel rüzgârlara karşı yerellik, halkın değerlerini kuşanmış halkçılık, emperyalizmle kol kola girmenin felaket getireceğini fark eden Kürtlük çok mu zor?