Çok gördü Çanakkale "dünyanın en büyükleri"ni
Mustafa Kemal komutasındaki Türk askerlerinin kazandığı destansı zaferin yıldönümünü kutlayacağız yarın; o vatan parçasının her karışına kanını, canını bırakmış şehitlerimizi anacağız. Ruhlarına yollanan dualar, ruhlarımızı besleyen marşlara karışacak. Gururla kabaran göğüslerimizin üzerine illa o birkaç damla yaş damlayacak. Diz çöküp yüz sürenler olacak o kutlu topraklara, okşayanlar, öpenler çıkacak mutlaka...
Bir de...
Çanakkale'ye, "kahramanlığının ödülü" olarak "dünyanın en uzun asma köprüsü"nün temeli atılacak.
Kekremsi bir gölge düşüyor insanın yüzüne izlerken bu "dev yatırıma" dair haberlere sirayet etmiş "görkem"perestliği.
***
Çanakkale'de, savaş tarihinin görüp görebileceği en mucizevi zaferlerinden birine imza atan "dünyanın en büyük ordusu" değildi. Aksine, üzerinden "Balkan Savaşı" geçmişti. Cepheye gidenlerin büyük bölümü daha önce eline silah dahi almış değildi. Sadece ama sadece birkaç haftalık temel eğitimle düşman karşısına çıkıp da yaptılar o cengaverlikleri.
Onlar, "dünyanın en büyük silahları"na da sahip değillerdi. Ellerindeki kalıntı teçhizat bile eksikti. Mustafa Kemal'in ağzından nakledilen şu anekdotu bilmeyen mi var:
"...261 rakımlı tepeden sahilin gözetleme ve korunmasıyla görevli olarak orada bulunan bir müfreze askerin Conkbayırı'na doğru kaçmakta olduğunu gördüm... Bu askerlerin önüne kendim çıkarak:
-Niçin kaçıyorsunuz? dedim.
-Efendim düşman dediler!
-Nerede?
-İşte! diye 261 rakımlı tepeyi gösterdiler.
- Düşmandan kaçılmaz, dedim.
- Cephanemiz kalmadı, dediler.
- Cephaneniz yoksa süngünüz var, dedim..."
Keza, 57. Alay...
***
Onlar, "dünyanın en büyük donanması"na da sahip değillerdi. Ama dünyanın en büyük donanmalarını, bir tek Nusret mayın gemisiyle batırmayı başardılar denizin dibine...
Onlar kesinlikle "dünyanın en iyi bakılan" askerleri değildi. Günde, bazen bir tek öğün bulabildikleri buğday çorbasıyla, üzüm hoşafıyla beslendikleri halde, yine de, Seyid Ali Çavuş gibi, 257 kiloluk top mermisini tek başına sırtlayıp, namluya süren ve Queen Elizabeth'i batıran kahramanlar yetişti o imkansızların içinde...
***
Ülkemizin "en kocaman", "en büyük", "en dev" yatırımlarla ihya edilmesi elbette sevindirici. Ama, bir hizmetin millette karşılığını bulabilmesi için boyundan, eninden, büyüklüğünden, şaşasından ziyade Çanakkale'deki gibi 100 yıl sonra bile minnetle anılabilecek kadar yürekten, vatana feda duygusuyla yapılıyor olması kâfi... Yeri gelir o astronomik rakamlı ihalelerle yaptırılan "dünyanın eni" projelerinden çok daha fazla takdir görür "vatana feda olsun" denilerek, yoktan var edilip de çakılmış bir tek çivi!
+++++++++
Yargıya siyaset karıştıranı mı arıyorsunuz...
---------
Hukuk alanı tam 'bir dokun bin ah işit'lik...
Barolar Birliği'nin, asli görevi olan eylemlerinden ötürü "burnunu siyasete sokuyor" gibi yansıtılmasına karşı çıktığım yazı üzerine hukukçu bir arkadaşımdan mesaj geldi.
Yargının siyasete bulaşmaması mevzunda mangalda kül bırakmayan yetkililer(!) bilmiyorsa öğrensin; bakın neler soruluyormuş adaylara hakimlik sınavında:
- Anayasa Mahkemesi, milli egemenliğe aykırı mı, değil mi?
- Yürütme mi üstün, yargı mı?
Erken halk oylaması kıvamındaki bu sorulara hangi cevabı verdiğiniz takdirde "hakim olmaya hak kazanmış" sayılıyorsunuz acaba!
++++++++
Hani "kadının kariyeri annelik"ti
--------
Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi'nin "büyükanne maaşı"na itirazını destekliyorum.
"Bir babaanne/anneanneye torununa baktığı için para vermek" bana da "doğru gelmiyor."
Haklı, bence de "bizim değerlerimiz var" ve "aile" olmanın gereklerinin bile paraya tahvil edilmesi, o değerleri yozlaştırmaktan başka işe yaramaz.
Maksat kadın istihdamının önünü açmak ise, merhamet, sahiplenme, dayanışma duygularıyla gönüllü yapılan işi ticari faaliyete dönüştürmek yerine, aynı eğitimi almış, aynı donanıma sahip, aynı mevkide çalışan kadın-erkek arasındaki ücret farkını kapatmak gibi çok daha işlevsel yolları var bunun... Çalışan annenin ücretlendirmesinde pozitif ayrım gibi yolları var...
Hem, Mehmet Şimşek'in "kadınlar iş aradığı için işsizlik yüksek", Mehmet Müezzinoğlu'nun "kadının kariyeri anneliktir" sözlerini hatırlayınca, tam da halk oylaması öncesi icad edilen bu "maaş"ın "kadın istihdamını artırmaya dönük" hiç inandırıcı gelmiyor niyeyse bana.