Çok ayıp oldu, çook...

İran Dışişleri Bakanı Ali Ekber Salihi ile Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu arasında gerçekleştirilen görüşmeden sonra yapılan ortak basın toplantısında kırılan pot bilmem dikkatinizi çekti mi?
Hani Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad, “Davutoğlu ziyaretimize geldiğinde bize Türkiye’nin değil ABD’nin taleplerini iletti” demişti ya; benzer bir olay, bu sefer hem de canlı yayında bütün dünyanın gözleri önünde İran’la da yaşandı.
Ali Ekber Salihi terörle mücadele konusunda Türkiye’nin yanında olduklarını, PKK ile mücadelede Türkiye’ye her türlü desteği verdiklerini ve verecekleri taahhüdünde bulunduğu bir sırada konu döndü dolaştı ABD’nin İran’ı suçladığı suikast konusuna geldi. İşte ne olduysa zaten orada oldu.
Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı tıpkı ABD Dışişleri Bakanı gibi konuşarak, “ABD, elinde güçlü deliller olduğunu ileri sürüyor” deyiverdi. Sanki ABD’nin işgal bahanesi bulmak için Irak’ta nükleer silah olduğuna dair imzalı belgeler ürettiğini bilmiyormuş gibi, canlı yayında İran’ın ABD’deki yabancı elçiliklere suikast yapacağına dair elinde “kuvvetli deliller olduğunu” İran Dışişleri Bakanı Ali Ekber Salihi’nin yüzüne karşı söyleyiverdi. Yani diyordu, siz de az değilsiniz hani.
Peki, Davutoğlu’nun ABD’yi haklı, İran’ı suçlu gösteren bu çıkışı karşısında İran Dışişleri Bakanı Salihi ne yaptı? Ne yapacak, Davutoğlu’nu muhatap bile almadı. Bunu da, “Bu iddiaların altı o kadar boştur ki burada değerli zamanınızı alıp bu konuda konuşmayı bile vakit kaybı olarak görüyorum” diyerek ince bir diplomasi ile başardı.
Siz, demek istedi o soruyu soran gazetecilere (ve ABD’nin elinde güçlü deliller olduğunu dile getirerek İran’ı suçlayan Davutoğlu’na), “Boş işlerle meşgul oluyorsunuz!” Gazetecileri ve aslında elbette ki Davutoğlu’nu muhatap bile görmedi bu konuda. Davutoğlu Türkiye’ye böyle bir eziklik yaşatmamalıydı. Buna hakkı yoktu.
Yıllar önce Kaddafi’nin çadırında Erbakan’ın düştüğü durum gibi bir durumdu bu aslında. Tek fark Ali Ekber Salihi’nin Kaddafi gibi dengesiz biri olmayıp köklü İran geleneğinin dili ile konuşması idi, o kadar...
Siz ne derseniz deyiniz ben o basın toplantısını dinlerken bu hisse kapıldım.
Bu kardeşiniz Sayın Davutoğlu Dışişleri Bakanlığı koltuğuna oturduğunda gerçekten ümitlenmişti. Kitaplarında bir vizyon, analizlerinde bir derinlik vardı. Demek ki teori ile pratik örtüşmeyince, her alanda olduğu gibi dış politikada da, “laf icraattan büyük” olunca işler sarpa sarıyor.
Belki içinizden, yahu soru soruldu, Davutoğlu ne yapsaydı, sussa mıydı diyenleriniz çıkacaktır. Ve belki siz, “AKP ne yaparsa kötü yapar” mantığı ile hareket ediyor suçlamasında bulunan kardeşlerimizdensinizdir.
Hayır, öyle değil, inanınız öyle değil.
Elbette o sorunun bir cevabı vardı ve o cevap ABD’nin tıynetini bilerek ve yanıbaşınızdaki Dışişleri Bakanı’nın misafirliğine saygı gösterilerek verilmeliydi. Meselâ, “ABD’nin çeşitli iddiaları var, komşumuz İran’ın da verecek cevapları olduğuna inanıyoruz. İran’la komşu ve kadim bir dost ve ABD ile müttefik bir ülke olarak iki ülke arasında üzerinize düşen bir görev varsa, seve seve yapmaya hazırız” denilebilirdi..
Diplomasinin dili budur.
Ama öyle yapılmadı.
ABD’ye mesaj gönderir gibi, bak ben İran’la görüşüyorum ama senin tezlerini de yüzüne karşı savunuyorum der gibi bir tutum sergilendi.
Karşılığı da ağır oldu:
İran Dışişleri Bakanı “Boş işlerle uğraşıyorsunuz. Cevap vermeye bile değmez” diyerek Davutoğlu’nu, yani Türkiye Cumhuriyeti’ni refüze etti.
İyi mi oldu?

Yazarın Diğer Yazıları