Çocuk ve şiddet üzerinde düşünmek!
Türkiye'de kadına uygulanan şiddetin açığa çıkan kısmı bile tüyler ürpertecek niteliktedir. Her kadın cinayeti ise bir başka biçimde insan olma sorununu ortaya çıkarıyor. 'Nasıl oluyor da insanoğlu kendi hemcinsine böyle bir muameleyi uygun görüyor' sorusunun cevabı ise yoktur. Bugün ülkede tecavüz, taciz, şiddet ve cinayet giderek yaygınlaşmış, sıradanlaşmış ve adeta bir salgın halini almıştır.
Her yer şiddet, her yerde şiddet!
Sebepsiz katillik, anne, evlat ya da eş cinayetlerindeki artış aslında toplumsal psikolojinin yapısal bozukluğunun yansımasıdır.
Suça bulaşmış çevrelerde yaşananlar yalnız faillerin değil toplumun da sağlığı konusunda haklı kaygılar duyulmasına neden olmuştur. Bizi bu tespitte bulunmaya olayların salgın hale gelmesi değil daha çok iğrenç içeriği ve mantıksız olması zorlamaktadır.
Neyi anlatmak istediğimizi, sıradan bir gazetenin üçüncü sayfasını çeviren herkes görebilir. Tablo düşündürücüdür. Her yer şiddet, her yerde şiddet var.
Evler savaş alanıdır!
Bu günlerde gazetelere düşen bir haber aynen şöyledir: Bir üvey anne 5 ve 7 yaşlarında iki kardeşe barbarca işkence uyguluyor ve cinsel istismarda bulunuyor. Bu fiillerinden dolayı da mahkemece 46 yıl 9 ay hapis cezasına çarptırılıyor. Bu vakanın işkence görüntülerinin seyredilmesi bile insanların tüylerini diken diken etmeye yetiyor.
Bu durum şizofren bir kişiye özgü istisnai bir olgu değildir. Bu tür vakalar aile içinde sanılanın da ötesinde yaygındır. Ailelerin yüzde doksanı 'kol kırılır yen içerisinde' düşüncesiyle aile içindeki vahim şiddet vb. olguları dışarıya yansıtmamaktadır.
Günümüzde geleneksel biçimiyle aile hayatı çökmüştür. Kimse görmek istemiyor ama evler adete mikro boyutta savaş alanına dönüşmüş durumdadır. Savaş anne ile baba, baba ile kız, oğul ile anne ya da kardeşler arasında sürmektedir. Ailede barışın sağlanması, sokaktaki barışın sağlanmasından daha büyük bir önem arz etmektedir. Bu üzerinde düşünmeye ve kafa yormaya değer bir sorundur!
Manen güçsüz madden güçsüzü eziyor!
Özellikle kitle iletişim araçları, toplumların genel/geleneksel yaşamlarına aykırı olarak görülen ve olumsuz olarak nitelendirilen değerleri sürekli pazarlamaktadır. Marjinal kesimlerin fantezilerini film, tiyatro, roman, haber ve program olarak geniş kitlelere sunanlar, reyting/popülerlik uğruna yerleşik değerleri büyük ölçüde sarsmaktadır.
Büyük bir iştahla alıcılara sunulan aç gözlülük, sefahat, şiddet, bencillik, tatminsizlik, ahlaki hiçbir norm tanımayan yaklaşımlar, insanlarda onarılması imkânsız ruhsal kaymalara neden olmaktadır. Binlerce yıldır, bütün dinler ya da bütün toplumlarca yıkıcı ve bozguncu görülen davranışların kitle iletişim araçları tarafından doğallaştırılması, toplumların geleceklerini tehdit etmektedir.
İntiharların, cinayetlerin ya da boşanmaların bu denli yoğun yaşanmasının nedeni sosyolojik yapıda meydana gelen sapmalardır. Bugün anlamsız kitle cinayetlerinden, anne/baba ve eşe yönelik şiddetteki yoğunluktan, evlat tacizlerinde düşünülmesi dahi mümkün olmayan artışlardan bu hastalıklı gelişmeler sorumludur. İnsan canına kıymanın bu kadar ucuzladığı bir dönemi belki de insanlık tarihi ilk kez yaşıyor.
Manen yetersizlerin fiziki yetersizlere eziyeti!
Zira binlerce yıllık uygarlık tarihinin kazanımı olarak ortaya çıkan etik, töresel, geleneksel ve insani değerler adeta bir kenara itilmiş durumdadır.
Geleneksel değerlerin nesillere intikalini, genelde insanların, özelde ise bireylerin birbirlerinin yüzünden daha çok televizyonun yüzüne bakmaları engellemektedir.
Şiddeti, şiddete uygun kültür pazarlayan yapılar üretir. İnternet, facebook, cep telefonu ve sosyal medya insanı -fiziki olarak- hem birbirinden hem de manevi değerlerinden uzaklaştırmaktadır.
Ahlaki ve insani değerlerden kopmak şiddeti körükler. Sonuçta şiddet, manen güçsüz olanların fiziken güçsüzler üzerinde uyguladıkları insanlık dışı bir muameledir!