Çocuk bakışlı adam...

Çocuk bakışlı adam...

Dünya nimetlerinin giderek çoğaldığı ve görece daha ulaşılır hale geldiği zamanımızda, her yönden daha yoksul olarak tanımladığımız geçmişimize bakarak sıkça söyleniriz:

"Ulan erken gelmişiz şu namussuz dünyaya be…"

Haklı da olabiliriz. Ancak madalyonun bir de öteki yüzü var. Oraya bakınca haksız da olabileceğimiz dank eder kafamıza.

Bu yakınanlar arasında ben de varım elbette. Hasta bir yakınma uzmanı değilim ama. Tepemin tası attığında, içim cız ettiğinde yakınırım, yani seyrek. Ama geçmişin güzelliklerine her zaman saygı duyar, aklıma geldikçe gözlerim buğulanır yine de. O güzelliklerin bir kısmı artık rahmetli. Bir kısmı can çekişiyor, çok azı da çok az insanın manevi derin dünyasında varlığını sürdürüyor hala.

Bunlar da nereden çıktı şimdi ey usta diyeceksiniz muhtemelen. Biraz sabır…

Geçenlerde ederi bin lirayı bile geçmeyecek bir "şey" satın almam gerekti. Bir alay belge imza imzalamam, o "satıcı" suratları görmem, o güvensizliğin zirve yaptığı ortama katlanmak zorundaydım. Yapacak bir şey yok dedim, dükkandan açık havaya çıktığımda. Çağımızda kapitalizm de güvensizlik ve ahlaksızlıkta zirve yaptı usta diye söylendim bir süre, yolda. Sonra da o güzel zamanlardan bir kaç cümle ve bir anı düştü zihnime. Her şeyini komşuya emanet edip gidebildiğin, sorgusuz sualsiz kapının çalınıp bir tas çorbanın geldiği zamanlar. Güven içinde olduğun, adamlığın, merhametin, sözün söz olduğu, paranın gerçek yerinde yani sadece hayatı kolaylaştırdığı yerde durduğu zamanlar…

Ve küçük bir anı. Erzurumlu koyun tüccarının yolu Trabzon'un ilçesi Tonya'ya düşüyor. 200 adet koyun için ufak bir pazarlık yapılıyor. Bizim akrabalardan birinin koyunlar. Parayı 2 ay sonra ödeyeceğini söylüyor pala bıyıklı, çocuk bakışlı, kıvırcık saçlı, orta yaşlardaki tüccar. Birkaç saniye düşünüyor bizim amca ve "tamam" diyerek el sıkışıyor adamla. Otuzlu yaşlardaki oğlu "Baba bir kuruş almadan verdin koyunları, ya adam parayı getirmezse" diyor endişeyle. Gülüyor amca ve şöyle diyor oğluna: "Bu adam söz verdiği tarihte parayı getirir…"

Erzurumlu, parayı bir hafta önce getiriyor…

***

OKUYUNUZ

basliksiz-1-026.jpg

Dilde sadeliği kullanma yeteneğini başarılı bir şekilde ortaya koyan Markus Zusak, "Hiç Kimse Sıradan Değildir" adlı eğlenceli olduğu kadar düşündüren romanıyla, herkesin yapabileceklerinin ötesine geçebileceğini, en sıradan insanlar üzerinden göstererek zekâsını gözler önüne seriyor. Zusak dilde abartıdan uzak duran, sadeliği kullanarak hayal dünyanıza girmeyi ustalıkla başaran bir yazar. "Hiç Kimse Sıradan Değildir", yalın ve akıcı bir dille anlatılan, güzel olduğu kadar etkileyici bir roman...

***

BEYEFENDİ

O son cümle para eder mi usta?

Sabaha az kalmıştı ve beşinci kahvesini de içen, ancak o son cümle karşısında hala eli kolu bağlı, salonda dolaşan Beyefendi, nihayet bir şeyler karalayabildi. Bir hikayenin son cümlesi olacaktı bu. Ve bitmişti işte. Rahatladı. Ve ufak bir tereddüt anı... İyi bir cümle oldu mu acaba? Ne iyisi canım dedi sonra, çok iyi, çok iyi…

Ve biraz sonra yatağına devrilip yorganı çekti üstüne. Rahat bir uyku çekme zamanı dedi içinden ve kapattı gözlerini. Ama öyle olmadı. Rahat bir uyku zamanı değilmiş dedi bir süre sonra. Ter ele geçirmişti yine şakaklarını. Yatakta doğrulup oturdu bir süre. Sonra yine uzandı yatağa ve çok geçmeden çoğaldı huzursuzluğu…

Vincent Van Gogh geldi aklına birden. Hasta, fakir, resim için deliren, hayatı boyunca ancak bir tablosunu satabilen, ölümünden sonra ise başkalarını milyoner eden o çılgın adam.

Anthony Storr'un "Yaratma Dürtüsü" adlı kitabı düştü zihnine sonra. Yaratıcılıkla delilik arasındaki o ince sınır bir kez daha ürpertti bedeniyle ruhunu.

Avrupa değerlerinin (eşitlik, adalet, demokrasi, insan hakları, zerafet, ince sanat zevki…) daha 2. Dünya Savaşı yılları öncesinde öldüğüne karar vererek eşiyle intiharı seçen Stefan Zweig...

Dünyaya vereceğinin kalmadığına karar vererek henüz "genç" iken kendini denize gömen Jack London... Allen Ginsberg ve William S. Burroughs ile Beat Kuşağı akımının kurucusu ve Yolda adlı romanıyla bu akımın simgesi olan Jack Kerouac... Usta Hemingway…

Yazı masasında ısrarla doğum parasını isteyen ebenin sıkıştırdığı koca Dostoyevski. İntiharından önceki gün, "Artık sabahı da kaplıyor acı" diye hayata not düşen Cesare Pavese... Orhan Veli. İç dünyalarında kasırgalar kopan büyük insanlar... Öldürülen Türk düşünce adamları…

Hayatın en kıyılarında, karanlıkta kendilerini dansa kaldıranlar... Ve daha niceleri diye söylendi, daha niceleri… Ve karanlıkta bir soru sordu kendine:

"O son cümlen para eder mi usta?"

Ve cevap verdi içinden:

"Kim bilir…"

***

FOTOHABER

Sabah akşam belgesel kanallarına abanmak şart da değildir, doğada süren savaşı görmek için. İşte sokaklarımız. Bir yanda nevale peşinde kuşlar, diğer yanda baş düşman kedi... Ve arada sadece alçak bir duvar var. Kedi dikkatle saldırı pozisyonunun aldı. Ancak "mama"lar da akıllı, dikkatli. Kendi dedin mi, başlarına neyin gelebileceğini öğrenmişler çoktan! Ve bu karşılıklı dikkat haline bir süre tanık olan sanatçı, düğmeye basıyor. Ve kedi ilgisini kaybedip gidiyor...

Foto: Nurettin İğci

***

İŞTE O KADAR

Benim sende gördüğümü başkası da görecek diye ödüm kopuyor...

Özdemir Asaf