Lüks aracının direksiyonundaki kravatlı adam, köyde çobana rastlamış.
"Eğer kaç tane koyunun olduğunu bilirsem bana birini verir misin" demiş kibirli bir edayla.
Çoban bir adama bir de koyunlarına bakarak "Tamam" demiş. Genç adam telefonunu bilgisayarına bağlayıp bir NASA sitesine girmiş, GPS'ini kullanarak yeri taramış, bir database ve logaritma ile doldurulmuş 60 excel tablosunu açmış ve 150 sayfalık bir rapor basmış ve çobana dönmüş:
"1586 adet koyunun var."
"Doğru" demiş çoban, "koyununu alabilirsin."
Genç adam koyunu almış. Bu sefer çoban sormuş:
"Eğer senin ne iş yaptığını bilirsem koyunumu geri verir misin?"
"Olur" demiş adam.
"Dünya Bankası'nda danışmansın" demiş çoban.
Adam "Nasıl bildin" demiş hayretle. Çoban gülerek, "Çok basit" demiş, "Buraya çağrılmadan geldin, bu bir... İkincisi, benim bildiğim bir şeyi bana söylemek için koyunumu istedin. Üçüncüsü ise yaptığın işten hiçbir şey anlamıyorsun, çünkü köpeğimi aldın!"
Şöyle bir bakın bakalım ortalığa, bu bayımız gibi ne kadar çok tip göreceksiniz. Kibirli, nobran, çok bilmiş, herkese tepeden bakan... Ama bir köpekle koyunu ayırt edemeyen...
***
BEYEFENDİ
Anne ile güçlü kadınlar...
İkili ilişkileri "fena halde iyi" didikleyen bir yazarın kitabı geçti eline geçenlerde. Bir cümleye takıldı özellikle Beyefendi. Şöyle diyordu yazar mealen:
"Akıllı erkek, eş olarak güçlü kadın seçmez. Bu, kadın için de geçerlidir..."
Kitabı saygınca bir tavırla ve de usulca bıraktı sehpanın üzerine Beyefendi. Ve, "Bu adam yaman" diye mırıldandı. Ve çok uzak geçmişine yollandı birkaç saniye sonra...
Annesi kadar değer verip sevdiği bir kadın vardı. Bu kadıncağızın aklı fikri oğluyla küçük Beyefendi'yi baş göz etmekti. Denilebilir ki, her ana ister bunu. Doğru. Ama kazın ayağı pek öyle değildi. Kocası memurdu, kadın taşralıydı. Beyefendi ve arkadaşı da en çok dört beş yıllık İstanbulluydu.
"Evleneceğiniz kızlar bir kere varlıklı olmalı" diye başlamıştı anne, "iyi bir aileden gelmeli. Karakteri çok sağlam, güçlü bir kişiliği olmalı bu kızların. Güzel de olmalılar. Gerektiğinde yumruğu masaya da indirmesini bilmeliler. Egosu da yüksek olmalı, hedefleri de..."
"İyi de biz daha üniversiteyi yeni bitirmiş taşralı çocuklarız" diyecek oldu ki Beyefendi, gerisini getiremedi! Zira annenin kocaman kara gözlerinden üzerine atılmaya kararlı bir öfkenin kanatlanışını görür gibi oldu Beyefendi ve sustu.
Ve sonraları da uzaklaştı bu annenin çekim alanından. Ve bir şeyden daha kaçtı elbette. O anneninin tanımını yaptığı kızlardan...
Yeniden bugüne dönerken, "Sen de güçlü birisin evlat. Ve bir ipte iki cambaz oynamaz. Yazar haklı. İki güçlü şahsiyet el ele vermez genellikle usta, çatışırlar daha çok" diye mırıldandı.
***
İŞTE O KADAR
Birileri yol gösterebilir elbette, ama yürüyecek olan sizsiniz...
***
OKUYUNUZ
Nâbizâde Nâzım, "Zehra" adlı romanında ilginç bir genç kızı anlatır... Zengin bir tüccar olan Şevket Efendi; Osmanlı'nın son dönemlerinde sinirli, kıskanç ve geçimsiz kızı Zehra'yı kâtibi Suphi ile evlendirir. Suphi'nin annesi, gelinine yardımcı olsun diye eve Sırrıcemal adında cariye alır. Bunun üzerine kıskançlık krizine giren Zehra, hem kendisinin hem de çevresindekilerin felaketine sebep olan kararlar alır...