Çırpındıkça batıyorlar!
‘Tantanacı’ denilen insanlar vardır. Danışıklı dövüş yaparak kurbanlarının dikkatlerini dağıtır. Sonra onları çarpar, ardından da yakalanacaklarını anladıklarında “yandım Allah” diye bağırırlar. Halk tabiriyle bela çıkarmakla kalmaz bir de “zeytinyağı gibi üste” çıkarlar.
Rüşvet ve yolsuzluk iddialarıyla ilgili olarak görevden alınan Bakanların yaptıkları tıpkı tantanacıların yaptığına benzemektedir.
Onca iddia, itham, fezleke, söylenti ve görüntü orta yerde dururken buna muhatap olanlar kamu vicdanını rahatlatacak açıklamalar yapacak yerde karşı suçlamalar yapmaya devam etmektedir. Hem suçlu hem güçlü rolüne bürünmüş durumdalar. Daha çok sesleri çıkıyor ve daha fazla bağırıyorlar.
Koldaki saat, özel jetlerle yapılan aile boyu umre seyahatleri, malum şahısla yapıldığı internete düştüğü iddia edilen konuşmalar, kutu kutu dolarlar konusunda tatmin edici açıklamalar yapılacak yerde konuyu saptırmaktadırlar.
Bunlar tam da “şüyuu vukuundan beter” denilen türden iddialardır. Bunlara vicdanları rahatlatacak cevaplar verecek yerde bu iddialara muhatap olarak istifa etmek zorunda kalan bir Bakan olanı biteni Yahudi’ye, ateiste, Zerdüşt’e bağlamaktadır. Bu da yetmiyor orta yerlerde onca görüntü ve iddia cevap beklerken sayın Bakan “Ben Kürdüm” onun yüzünden bunlar oluyor anlamına gelen sözler ediyor. Böylece hem dini hem de etnik duyarlılıkları kışkırtıyor.
Rüşvet ve yolsuzluk operasyonu sonrası istifa etmek zorunda kalan bir başka Bakan da 15 yaşındaki bir çocuğun cenazesine katılanlarla ilgili olarak şu tweet’i atmıştır: “Terörün bitmesinden ve kardeşliğimizden rahatsız olup çözüm sürecini hedef alan nekrofillere de gereken cevabı milletimiz 30 Mart’ta verecek” .
Ölen bir çocuğun cenazesine katılmak nasıl olur da “ölü sevicilik” olarak değerlendirilir. Dahası hakkında onca iddia olan ve bu yüzden istifa etmek zorunda bırakılan birisinin kendisini aklayacak kanıtları, belgeleri, bilgileri ortaya koyacak yerde başkalarına olmayacak vasıflar yüklemesi anlaşılır değildir.
30 Mart’ta yapılacak seçimlerin sonucu nasıl olur da “ayakkabı kutularındaki”, “çikolata” ya da “elbise içinde taşındığı” iddia edilen dolarları açıklar. Seçimler ne zamandan bu yana soygun, rüşvet ya da yiyiciliği temize çıkarma aracı olarak kullanılır oldu? Hangi oy oranı rüşveti ve yolsuzluğu meşru gösterebilir ki?
İşin daha da vahimi Tayyip Erdoğan’ın, haklarındaki yolsuzluk ve rüşvet iddiaları -daha doğrusu görüntüleri- dolayısıyla görevden aldığı dört Bakana sahip çıkmasıdır. Erdoğan şunları söylüyor. “Dört arkadaşım gazete kupürleriyle yargılanamaz, ortada bir suç varsa tabii ki yargılanırlar ama ortada bir suç yok”.
Kamuoyu yargılama yapılmadan, fezlekeler okunmadan ortada suç yok ya da var olduğunu Tayyip Erdoğan’ın nereden bildiğini merak ediyor. Henüz yargılama yapılmadan Tayyip Erdoğan, ortada suç olmadığını bildiğine göre yargılama yapılmasının ne gereği olduğunu da kamuoyunun iyi düşünmesi gerekiyor. Ayrıca madem ortada “suç yoktu” da o dört Bakanı neden görevden aldığını da Tayyip Erdoğan’ın açıklamak gibi bir görevi vardır.
Erdoğan, “ortada suç yok” diyerek mahkemeden önce kendisi karar veriyor. Böylece mahkemenin ne yapması gerektiğini de söylemiş oluyor. Bir zamanlar da Tayyip Erdoğan, bazı davaların savcısı olduğunu söylüyordu. O davalarda suç olduğunu da bilmiş olacak ki bu davalarla ilgili olarak yağmur gibi cezalar gelmişti.
Ar damarı çatlamış, utanma duygusunu kaybetmiş, ahlaki değerleri iflas etmiş olan bir iktidarın pervasızlıklarıyla Türkiye karşı karşıyadır. Siyasi yozlukların bağırarak, demagojik açıklamalar yaparak kapatıldığı görülmemiştir. Yolsuzluğun üstünü skandal açıklamalarla örtmeye çalışıyorlar. Başaramayacaklarını anladıklarında zaman çoktan geçmiş olacak. İktidar zorbaları çırpındıkça battıklarının farkında bile değiller!.