Webtekno’nun Prof. Dr. Mucize Ünlü ve Doktorant Zarife Albayrak’tan aldığı bilgilere göre; Osmanlı Devleti’nde yaşamış Akşemseddin, Sabuncuoğlu Şerefeddin ve Ahi Mehmed Çelebi gibi pek çok ünlü tıp insanı vardı. Bu önemli tıp insanları sayesinde Osmanlı Devleti, kolera ve çiçek salgını da dahil olmak üzere pek çok salgında kendi kendine tedbirler alabilmiş, zaman zaman dünyaya da şifa olabilmiş bir devletti.
Bugün sizlerle beraber Osmanlı Dönemi’nde yaşanan çiçek hastalığı, aşılama süreci ve halkın tepkisi gibi çeşitli konulara değineceğiz.
Çiçek hastalığının kökeni
Çiçek hastalığı, ilk kez MÖ 10.000 yıllarında Afrika’da görülmeye başlandı. Çeşitli kaynaklar, detaylı tarihi araştırmaların yapılması ile çiçek hastalığının daha da geçmiş tarihlere dayanabileceğini ifade ediyor.
Türklerde çiçek hastalığının tarifi
Günümüzde Rusya Federasyonu’na bağlı özerk bir yönetim olan Saha Cumhuriyeti’nin halkı Yakut Türkleri tarafından “kızıl saçlı ve kırmızı elbiseli bir Rus kadını” olarak tarif edilen çiçek hastalığı; “o kadar iğrenç bir hastalık ki; ahirette ruh, bedene geri dönmeyi reddedecek” gibi ciddi tariflere de maruz kalıyordu.
Osmanlı’da çiçek hastalığı
Pek çok kaynağa göre çiçek hastalığı Osmanlı’da ilk kez 19. yüzyılın ikinci yarısında “salgın olarak” görülmeye başlar. Hastalığın başlangıcı ile pek çok kişi hayatını kaybeder. Ölümden kurtulanlar ise kör olabiliyordu ya da ölene kadar vücutlarında çeşitli izler taşıyabiliyordu.
Çiçek hastalığına yakalananlar arasında I. Ahmed, III. Ahmed, Abdülmecid, Şehzade Mehmet Nusret gibi isimler de vardı ve hatta I. Abdülhamit’in kızı Fatma Sultan, çiçek hastalığı sebebiyle hayatını kaybetmişti.
Osmanlı’da çiçek hastalığının tedavisi
Osmanlı’da çiçek hastalığı ilk kez 1801 yılında Hekimbaşı Mustafa Behçet Efendi tarafından yayımlanan bir tıp kitabı tarafından resmî olarak tarif edildi. Kaynaklara göre Osmanlı’da artan ölümlerden ve henüz aşı bulunamamasından ötürü çiçekleme adı verilen bir metot geliştirildi.
Tarih-i Cevdet’e göre bu yöntem Anadolu Yörükleri tarafından geliştirilmişti ve salgını kontrol altına alabilmek için yörükler İstanbul’a getirtildi. Çiçekleme yöntemi daha önce 1630 yılında Aşılamacı Hekim Ali Çelebi tarafından da uygulanmıştı.
Çiçekleme ve aşılama yöntemi
Çiçekleme yönteminde, hastalığı hafif olarak geçirmiş kişilerin kıyafetleri, henüz hastalığı geçirmemiş çocuklara giydirilir ve çocukların bağışıklık kazanması beklenirken; aşılamada ise daha modern bir yöntem izlenirdi.
Doktor Emanuel Timonius ve İngiltere’nin İstanbul elçisi Edward Montagu’nun eşi Lady Montagu’nun Şark Mektupları adlı eserinde yazılanlara göre;
“Yaz mevsiminin sonunda henüz çiçek hastalığına yakalanmamış çocuklara ceviz kabuğu içinde muhafaza edilmiş ve çeşitli hayvanlardan alınan çiçek mayası, kolda damar yolu açarak aşılama mantığı ile enjekte edilir ve bölgenin üzeri ceviz kabuğu ile sarılır. Bu şekilde çocuğun 3 farklı yerine aşılama yapılır. Bölgede iz kalacağından ötürü genelde vücudun görünmeyen yerlerine aşılama yapılırdı. Aşılamadan 1 hafta sonra çocuğun yüzünde 30 kadar zararsız sivilce çıkardı ve çocuk hem yara izlerinden hem kör olmaktan hem de ölümden kurtulmuş olurdu. Aynı yöntem kurutulmuş fındık kabuğu ve gül suyu ile de yapılabiliyordu fakat o yöntemin 2 yılda bir tekrar edilmesi gerekirdi.”
Lady Montagu’nun eseri Avrupa’yı ölümden kurtardı
Avrupa, çiçek hastalığından kırılırken; Lady Montagu’nun eseri üzerine İngiliz veliahdının oğlu da dahil olmak üzere pek çok İngiliz, Türk tipi aşılama sayesinde çiçek hastalığından korundu. 1796 yılında modern aşılamanın keşfedilmesine kadar bütün Avrupa, Osmanlı’nın yöntemini kullandı.
Osmanlı’da aşı hareketliliği
Osmanlı’da özellikle padişahların da çiçek hastalığı geçirmeleri ve ciddi bir salgın olmasından ötürü aşılamaya çok büyük önem veriliyordu. Özellikle çocuklar, 19 yaşına kadar 3 kez aşılanıyordu. İlk aşılama doğumdan itibaren 6 ay içerisinde, diğer aşılamalar ise 7 ve 15-19 yaş aralığında yapılıyordu.
Çocuğuna aşı yaptırtmayan ya da eksik yaptırtan ailelere uyarı mahiyetinde 1 mecidiye para cezası verilirdi. Uyarıya rağmen aşılama yapılmazsa daha büyük para cezaları veriliyordu. Ayrıca halkın daha hızlı aşı olması için gezici hekim ve aşı istasyonları gibi uygulamalar başlatılmıştı.
Her dönem yaşanan aşı karşıtlığı
Günümüzde de olduğu gibi her dönem aşı karşıtları mevcuttu ve Osmanlı da bu konuda sıkıntılar yaşadı. Özellikle cahil kitlenin, “Karantina caiz değildir, gayrimüslimlerin bulduğu aşı bizlere şifa olmaz, aşı haramdır, imanı bozar” gibi hurafeleri, Şeyhülislam Mekkizade Asım Efendi tarafından verilen fetvalar ile engellendi ve aşılamanın hızlandırılması üzerine yoğunlaşıldı.
Özellikle Erzurum ve çevresinde aşılama görevini yapmak isteyen hekimlere direnen pek çok grup olmuştur. Hatta, hekimlere şiddet gösterildiği için her aşı ekibine güvenlik güçleri eşlik etmeye başlamıştı.