CIA, MOSSAD Cenneti bir Türkiye!
Ülke gündemine baktığımızda Türkiye’nin kelimenin tam anlamıyla bir “CIA-MOSSAD cenneti” olduğunu görüyoruz.
Adamların gazetelerden televizyonlara, kurumlardan siyasi partilere, cemaatlerden tarikatlara kadar sızmadığı zemin kalmamış. Görünen o ki, Türkiye’de “gerçek derin”, CIA ve MOSSAD.
Yani insanımız sahipsiz, kimsesiz, şemsiyesiz.
Bir yanda bu toprağın mukaddeslerini “Ortaçağ karanlığı” ve “şeriat” diye horlayan bir kesim. Diğer yanda, “Senin dinine de diyanetine de ancak ben sahip çıkarım” diyen ve fakat dediğinin tam tersini icraata geçiren CIA, MOSSAD ödüllü, yönetenler. Bu iki cenaha dikkatle baktığımızda bu milletin ne kadar sahipsiz olduğunu işte o zaman çok net görüyorsunuz. Birinci kesim milleti millet yapan değerlerin en önemlilerinden olan inanç birliğinin doğrudan düşmanı, diğeri ise, dost ve milletten görünmesine rağmen, varlıklarını İslâm düşmanlığı ile özdeşleştirmiş, “Haçlı seferi başlatan” mihrakların dostu, işbirlikçisi ve “ne derlerse yapıcıları”.
Birinci kesim, “İnancımı yaşamak istiyorum” diyenlere, “yarasa” gözüyle bakıyor. İkinci kesim “Milli mücadelede kazandıklarımdan vazgeçmek istemiyorum. Ben işgal altındaki Irak, devletsiz Çeçenistan, vatansız Filistinli değilim” diyenlere, “Irkçı, faşist, ulusalcı” damgası vuran ve onları çetelerle özdeşleştirme gayreti içersinde olan, bu kesimi ABD, CIA, MOSSAD ve AB işbirliği ile kıstırmaya, susturmaya, kan kusturmaya, ellerindeki bütün imkânları kullanarak gün 24 saat devam eden bir kadro!
O zaman bu iki cenahın aslında bilerek bilmeyerek, yani kimi bilerek, kimileri bilmeyerek aynı hedefe atış yaptıkları ortada değil mi?
Peki nedir o hedef?
O hedef Müslüman Türk’ün bu coğrafyadan kazınmasıdır.
Niçin böyle söylüyoruz?
Önce, milletin dini olan İslâm’ı, ağzını açar açmaz “Ortaçağ karanlığı” diyerek horlayanlara anlatmak istiyoruz ki, bu ağız Haçlı ağzıdır, bu ağız Siyonist bir ağızdır. Sen bu coğrafyadan milletin en büyük harcı olan İslâm’ı silersen işte onların ekmeğine yağ sürmüş olursun. Tarihe bak, bu millet kaç Haçlı seferine karşı hangi değerlere sarılarak bu topraklarda tutunabilmiş. Rahmetli Atatürk senin ağzınla konuşarak yola çıksaydı, Milli Mücadele’de başarılı olabilir miydi? Demek ki, o sözlerle sen milli bütünlüğü kurşunluyorsun da, farkında değilsin. Ha, o cenahın içinde olup da, milleti çözme fiilinin farkında olanlar yok mu, var elbette. Onlar aslında, tersini söylüyorlar amma aslında kendilerini bu milletten hissetmiyorlar, Tuncay Güney ve türevleri familyasındanlar. “Keşke Müslüman olmasaydık” diyenleri biz başka nasıl izah edebiliriz?
Diğer taraftan bu milletin, “Ben Türk’üm, ben Atatürkçüyüm, ben Sevr’e, Mondros’a değil Lozan’a sadığım. Vatan toprağının, milli varlıkların dünkü Haçlılara bir iki yıllık kârları karşılığı satılmasını istemiyorum, çalışmak, üretmek istiyorum!” diyenleri, “Faşist, ve ulusalcı” diye hedef tahtasına koyanlar ve Fehmi Koru’nun önsezisi ile bunlarla mücadeleyi Bush’la karara bağlayanlar ise, bu duruş ve inatlarıyla, İslam dendi mi hemen “Ortaçağ karanlığı” diye feveran edenlerin yanında yer almış oluyorlar. Zaten fiilen de Haçlılar ve Siyonistlerle birlikte hareket ederek, milli olan ne varsa, misyonerlerin önünü alabildiğine açarak da, dini olan ne varsa cümlesini tasfiye etme süreci içerisine girmiş durumdalar.
Yine bu kesim, ötekiler gibi bu milletin değerlerine “Ortaçağ karanlığı” diyerek doğrudan saldırmamakla birlikte, Vatikan ve ABD projeleri olan Dinlerarası ve Kültürlerarası Diyalog süreçlerinde kendilerine verilen görevleri kabullenerek, antiemperyalist bir din olan İslâm’ı, Siyonizm’in peçeli yüzü globalizme, yani uluslararası kapitalizmin kan emiciliğine itiraz edemez hale getirmek, velhasıl, İslâm’ı İslâm’dan başka ve İslâm’dan çok uzak bir şeye dönüştürme görevinde memurluğu kabullenerek de, birincilerle, yani bu milletin mukaddeslerine Ortaçağ karanlığı” diyenlerle aynı çizgiye düşmüş oluyorlar.
“Sahipsizlik” işte ancak bu kadar olur!