CHP Sözcü Faik Öztrak, düzenlediği basın toplantısında dün gece açıklanıp, bugün iptal edilen sokağa çıkma yasağı kararını eleştirdi.
Açıklamasında Erdoğan'a göndermede bulunan Öztrak; 'Bu karardan önce her zaman olduğu gibi ortada görünmeyen AK Parti Genel Başkanı, öğle vakti çıktı, kararı iptal etti. Böyle bir ileri, iki geri adım atarak süreci yönetemezsiniz. Bu nasıl bir çapaçulluk, nasıl bir dağınıklık, nasıl bir gayrı ciddilik? Recep Bey çıkıyor, “Günlük vaka sayısı yeniden yükselince bu kararı aldık” diyor. Tayyip Bey, “Gönlüm razı olmadı” diyor. Erdoğan, “Sokağa çıkma yasağını iptal ettim” diyor.Biz hangisini dinleyelim, hangisine inanalım, hangisine güvenelim? Recep Bey’e mi, Tayyip Bey’e mi yoksa Erdoğan’a mı?" ifadelerinde bulundu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan açıkladı: Sokağa çıkma yasağı kararı iptal edildi!
CHP'li Öztrak'ın açıklamasının tamamı şöyle:
"Değerli Basın Mensupları;
“İlginç zamanlarda yaşayasın” diye bir Çindeyişi var.
Bu aslında bir beddua. İnsanlık böyle bir zamandan geçiyor.
Bir yanda sağlığı tehdit eden COVİD-19 salgını, Diğer yanda küresel sisteminen önemli merkezi başta olmak üzere dünyada hızla tırmanan sosyal tansiyon.
2020’yi şimdiden en ilginç zamanlardan biri yaptı. Dünya adeta bir “araftan” geçiyor.
Bu işin sonunda nasıl bir tabloyla karşılaşacağımız konusunda kafalar karışık.
Ancak öyle anlaşılıyor ki; Beşeri ve fiziki sermayesini koruyabilen, Üretim kapasitesine ve yeteneklerine sahip çıkabilen, Sorunları demokrasiyle, toplumsal dayanışmayla göğüsleyen, Ve ortak akılla çözüm üretebilen ülkeler, bu dönemin sonunda rakiplerine fark atacak.
Türkiye, bu talihsiz döneme; beceriksiz, basiretsiz, liyakatsiz, kibir hastalığıyla malul, baskıcı bir yönetim anlayışının elinde yakalandı.
Dünyada diğer hükümetler yurttaşlarına kesenin ağzını açarken, şu salgın döneminde Saray hükümeti milletimizi bir başına bıraktı. Beş maskeyi bile milletimize bedava dağıtamadı.
Daha dün“normalleşme sürecine girdik” dediler, Bugün yaşadıklarımıza bir bakın.
Sağlık Bakanı, iki gün önce, “sokağa çıkma yasağının devam etmesi yönünde bir önerilerinin olmadığını” söyledi. Esnaf da, bakana ve sarayın açıkladığı normalleşme takvimine inanarak haftasonu için hazırlığını yaptı.
Restoranlar sebzesini, etini, meyvesini aldı. Garsonlar işe başladı.
“Seyahat serbest” dediler, insanlar güvendi otobüs ve uçak biletlerini aldı.
Ama saray dün gece “15 ilde hafta sonunda sokağa çıkılmayacak” dedi.
Biz tam; “Devlete güvenip, hafta sonu müşteri ağırlamak için hazırlık yapan esnafın zararını kim karşılayacak? Milletin elinde kalan uçak ve otobüs biletleri ne olacak?” derken…
Bu karardan önce her zaman olduğu gibi ortada görünmeyen AK Parti Genel Başkanı, öğle vakti çıktı, kararı iptal etti. Böyle bir ileri, iki geri adım atarak süreci yönetemezsiniz.
Bilim Kurulu bu kararın neresinde? Sizin planınız, programınız yok mu?
Bu nasıl bir çapaçulluk, nasıl bir dağınıklık, nasıl bir gayrı ciddilik?
Önce Sağlık Bakanı çıkıyor, “Böyle bir düşüncemiz yok” diyor. Sonra AK Parti Genel Başkanı çıkıyor, “Sağlık Bakanlığı önerdi” diyor.
Recep Bey çıkıyor, “Günlük vaka sayısı yeniden yükselince bu kararı aldık” diyor. Tayyip Bey, “Gönlüm razı olmadı” diyor. Erdoğan, “Sokağa çıkma yasağını iptal ettim” diyor.
Biz hangisini dinleyelim, hangisine inanalım, hangisine güvenelim?
Recep Bey’e mi, Tayyip Bey’e mi yoksa Erdoğan’a mı?
Bu, ülke yönetimindeki savrulmayı açık ve seçik şekilde ortaya koyuyor.
Sokağa çıkma yasağının iptal edilmesine Meral Akşener öyle bir yorum yaptı ki
Ucube rejim böyle dönemlerde en çok ihtiyaç olan güveni bitiriyor. Tek bir kişinin aklını, tüm milletin aklının önüne koyarsanız böyle olur. Ne milletin sesini, ne de ekonomik buhranın ezip geçtiği kesimlerin feryadını duyuyorlar.
Bu kibir hastalığıyla malul olmuş yönetim, milletin derdine derman olamadıkça, çareyi siyasi kumpaslarda ve yalanlarda arıyor.Toplumu kutuplaştıran, Muhalefeti düşman gibi gösterip öcüleştirmeyi amaçlayan gerçek-ötesi popülist siyasetle ayakta kalacağını zannediyor.
Hızla otoriterleşiyor,Ülkemizi her geçen gün biraz daha dünyadan koparıp içe kapatıyor. Dün, TBMM’de, bu müflis bezirgan siyasetinin yeni bir senaryosu sahneye kondu. Demokrasi, millet iradesi ayaklar altına alındı,
Milletvekilimiz Enis Berberoğlu’nun vekilliğinin düşürülmesi, 20 Temmuz sivil darbe sürecinin yeni bir adımıdır. Meclis tutanaklarına açıkça yansıdığı gibi: Enis Berberoğlu hakkında “siyasi ve askeri casusluk” iddiaları düşmüştür. Verilen cezanın gerekçesi, “gizli kalması gereken bilgileri açıklamak”tır. Ama her zamanki gibi mafyatik troller devreye giriyor,
Ve arkadaşımızı, mahkemenin bile suçlu bulmadığı“casusluk”suçuyla sabaha kadar sosyal medyada linç etmeye çalışıyorlar.
Enis Berberoğlu’nun milletvekilliği; Bu davadan yargılanan diğer şahıslarla ilgili suçlama kalmamışken, Milletvekilimiz Anayasa mahkemesine başvurmuşken, Meclis’in geçmiş uygulama ve içtihatları yok sayılarak düşürüldü.
Hele arkadaşımızın gece yarısı evinden apar topar gözaltına alınması tam bir zulümdür, Şahsi bir garezle yapılmıştır, açıkça CHP düşmanlığıdır. Hiç kimsenin şüphesi olmasın. İp koptuğu yerden bağlanır. Ve elbette hak, batıla galip gelir. Millet iradesiyle inatlaşanlara, millet sandıkta dersini verir.
Enis Berberoğlu’nun vekilliğinin düşürülmesine CHP’lilerden sert tepki
Değerli Basın Mensupları;
Amerika Birleşik Devletleri’nde yüzbinlerce insan, “nefes alamıyorum” diyerek sokaklara döküldü.
Gösteriler ırkçı polis şiddetiyle başladı ve kısa sürede çok sayıda eyalete yayıldı.
Bu olaylar, bizdeki Saray hükümetinin siyasi riyakârlığınıda gözler önüne serdi.
Başkentin göbeğinde Kızılay’da es kaza 20 kişi bir araya gelse, gaza ve suya boğan Saray,
Amerika’daki gösterilerden sonra “barışçıl protestonun bir hak olduğunu” söyledi.
Türkiye’de muhalif gördüğü her medya kuruluşuna, RTÜK ve Basın İlan Kurumu sopasını vuran Hükümet, Amerika’daki olaylardan sonra, “basın özgürlüğünün öneminden” söz etmeye başladı.
Yine Türkiye’de eşitlik, özgürlük ve adalet taleplerine demir parmaklıkla cevap veren Saray hükümeti;
aynı talepleri Amerikalılar için son derece meşru gördü.
Peki, insana sormazlar mı?
Amerikalılar için istediklerini kendi milletin için neden istemezsin? Amerikalıya hak gördüğünü, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşına niye hak görmezsin?
Yaptıkları iş ortada: Tek adam rejimininin Türkiye’yi uluslararası demokrasi endekslerinde getirdiği yer “filli diktatörlük.”
Şimdi sarayın damadı, Bu filli diktatörlüğün milletin işine, aşına, cüzdanına verdiği zararı saklamak için “dünyada en çok sermaye çeken ülkede demokrasi yok” demiş.
Herhalde kast ettiği çin… “Bilgi sahibi olmadan, fikir sahibi olmak” işte böyle bir şey... Saray sosyetesinin başına ve damadına tavsiye ederim.
Arada bir Türkiye’nin de üyesi olduğu uluslararası kuruluşların veri tabanlarında biraz zaman harcasınlar.
En azından fikir sahibi olmadan önce bilgi sahibi olurlar. Dünya üzerindeki 185 ülke içinde Çin, milli gelirine oranla, en çok doğrudan yabancı sermaye çeken 124. ülke.
Türkiye ise hemen onun ardından 125. sırada. Yani yerimiz zaten Çin’in hemen arkası.
Hadi diyelim Damat da, kayınpederi de, okumayı, araştırmayı sevmiyor. O zaman danışmanlarından istesinler.
Dünya’dan yüksek insani gelişmişlik düzeyine, refaha sahip 10 ülkenin kaçı, bırakın bizdeki gibi bir ucube tek adam rejimini, başkanlık rejimiyle yönetiliyor?
Ben söyleyeyim: Sıfır.
Dünyanın en müreffeh 10 ülkesinin 9’u parlamenter demokrasiyle yönetiliyor. Geriye kalan İsviçre ise doğrudan demokrasiyle yönetiliyor.
Peki, insani gelişmişlikte en gerideki 10 ülkenin kaçı, parlamenter demokrasi ile yönetiliyor? Onu da söyleyeyim: O da sıfır. Sosyete damat hiçbir şey yapamıyorsa,
Kayınpederinin tek adam parti devleti rejimine hız verdiği, 2014’ten bu yana ülkemizin milli gelirindeki erimeye bir baksın.
2013’te 950 milyar dolar olan milli gelir, şimdi 750 milyar dolara kadar düştü. Bu yıl çok muhtemel, 700 milyar doların bile altına inecek.
Sadece son altı yılda tek adamlık hevesinin neden olduğu ekonomik kaybımız 200 milyar dolar.
İşte biz; milletimizin cüzdanı dolsun, “mutfakta tencere boş kalmasın” diye güçlendirilmiş parlamenter demokrasi diyoruz. Hukukun üstünlüğü ve kuvvetler ayrılığını savunuyoruz. Tek adam parti devleti rejimi elbisesi,
Türkiye gibi koskoca bir ülkeye dar geldi. Günyüzü göstermedi. “Türkiye’ye nefessiz bırakan” bu rejimle, hem aşımız hem de işimiz küçüldü.
Zırva tevil kabul etmez. Bugün yaşadığımız ekonomik ve siyasi buhranın ardında bu kibirli yönetimin;
milleti bölerek, kutuplaştırarak, ötekileştirerek koltuğunda oturma hırsı var.
Ülkemizde saray sosyetesi dışında mutlu olan kimse yok. Kamu kaynakları bir avuç yandaş için seferber edilirken, millet tabaklarda kalan artık yemeklerin peşinde sokaklarda bağırıyor.
Ama saray sosyetesine mensup bir başka damadın başına geçirildiği TÜİK, “Mayıs ayında gıda fiyatları artmadı” diyor.
Çarşıda pazarda meyveye, sebzeye, ete ne ödediğini bilen vatandaş da isyan ediyor.
Millet son bir yılda kahvaltı sofrasında, Demlediği çayın fiyatının yüzde 25, Masaya koyduğu beyaz peynirin fiyatının yüzde 23, Sahana kırdığı yumurtanın fiyatının yüzde 26, Masaya getirdiği reçelin fiyatının yüzde 23 arttığını yaşıyor.
Öğlen yemeği için bir makarna haşlamaya kalksa, makarnanın fiyatının son bir yılda yüzde 28 arttığını,
Onun üstüne sarmısaklı bir yoğurt dökse, sarımsağın fiyatının yüzde 110 arttığını,
Akşam masaya bir bulgur pilavı koysa, Bulgurun fiyatının yüzde 30 arttığını biliyor.
Pilavın yanına etsiz bir kuru fasulye koymaya kalksa, fasulyenin fiyatının yüzde 39 arttığını görüyor.
Para milletin cebinden çıkıyor ama TÜİK, “sen ona bakma, son bir yılda gıda fiyatları yüzde 12,6 arttı” diyor. Diğer yandan ülkenin iş gücü de eriyor.
Şubat ayında 2 milyon yurttaşımız işgücünün dışına çıktı. İnsanlarımızın iş bulma umudu kalmadı, artık işbile aramıyor.Gerçek işsizlerimizin sayısı 9 milyonu aştı.
Önümüzdeki hafta Mart ayı işsizlik rakamları açıklanacak. Sayın Erinç Yeldan ve Ebru Voyvoda’nın son yaptığı çalışma da diğer çalışmalar gibi korkunç bir işsizlik dalgasının yaklaştığına işaret ediyor.
2020’de işsizler ordumuza 6 milyonun üzerinde yurttaşımız eklenebileceği hesaplanıyor. Böyle bir işsizlikle birlikte, büyük bir yoksulluk dalgasının gelmesi kaçınılmaz.
Sorun çok ciddi. Ama saray sosyetesinin umurunda değil. “Başka ülkeler ne yapıyor” diye merak dahi etmiyorlar. Ezberlerini bozmuyorlar.
Zaten borca batan milletimizi daha fazla borca batırarak, yalancı bahar yaratma peşindeler.
Damat bakan kamu bankalarının reklam yüzü gibi sürekli kredi paketi açıklıyor.
Ekonomiyi, borç vermekten ibaret zannediyor. “Karşılaştığımız sorun sıradan bir sorun değil;
Pansumanla, aspirinle bu sorun aşılamaz” demekten dilimizde tüy bitti. Ama nafile.
Benim oğlum bina okur, döner döner yine okur. Hala milleti kamu bankaları üzerinden borçlandırıp çarkları döndüreceklerini sanıyorlar.
Millete bir hafta tatil için 18 ay vadeyle kredi açıyorlar.
Millet bir hafta tatile gidip, tatil parasını 18 ayda ödeyecek duruma düştüyse, o ekonomi zaten bitmiştir.
Amaç günü kurtarmak mı, yoksa salgının ardından hızla toparlanmak için ülkenin üretim kapasitesi ve yeteneklerine sahip çıkmak mı?
Değerli Basın Mensupları;
Borçlunun döşeği ateşten olurmuş. 18 yıldır milletimiz zaten boğazına kadar borca batırıldı. Borçla toplumsal rıza yaratmaya çalışan bir iktidar var.
Şimdi millet “bu borçları nasıl ödeyeceğim” diye kara kara düşünüyor. AK Parti iş başına gelmeden, 2002’de; ülkemizde her çocuk 1.964 dolar dış borçla dünyaya geliyordu. Şimdi her çocuğumuz 5.291 dolar dış borçla doğuyor. 2002’de ailelerin tüketici kredisi ve kredi kartı borcu 6,6 milyar TL idi. Şimdi aynı borç 633 milyar TL’ye çıktı. Milli gelire oranı da aynı dönemde yüzde2‘den yüzde 14’e yükseldi.
İşsizliğin ikiye katlanacağının beklendiği bir ortamda, bu borçlar nasıl ödenecek?
Kamu bankaları yüzde 9’lara varan faizle mevduat toplayıp, bunu yüzde 6,5 faizle kredi dağıtıyor.
Krizi aşmak amacıyla kamu bankaları aşırı istismar ediliyor. Korkarım, oluşan kamu zararları da saklanıyor.
Türkiye buna benzer süreçleri 1990’larda yaşadı ve bedelini 2001 krizinde ağır ödedi. 2001 krizinden hemen sonrabankacılık sistemimizyeniden yapılandırıldı. Bankaların mali yapılarını güçlendirmek için milletimiz 47,2 milyar dolarlık bir maliyete katlandı. Güçlendirilen mali yapı güçlü bir düzenleyici ve denetleyici çerçeveyle tahkim edildi. O gün alınan tedbirler sayesinde, bankacılık sisteminin güçlü mali yapısı, ekonomimizin en önemli içsel dayanıklılık noktalarından biri oldu. O gün çok zor elde edilenbu kazanımlar, şimdi bozuk para gibi harcanmamalıdır.
Kamu bankalarına bir görev zararı verilecekse, bunların karşılığı mutlaka bütçeye konmalıdır. Saydam olmayan işlemlerden kaçınılmalıdır. Ama bu yılın ilk dört ayında kamu bankaları üzerinden 44 milyar dolarlık döviz satışı yapıldığını, ilgili kurumlardan değil, uluslararası haber ajanslarından öğreniyoruz.
Geçtiğimiz yılın başından bu yana satılan döviz miktarı ise 77 milyar dolarmış. Kamu bankaları eliyle 77 milyar dolar kimlere, kaça satıldı? Acaba kimler bu dövizleri ucuza topladı?
Bunlar açıklandı mı? Hayır. Böyle kapı arkasında iş tutma politikalarıyla güven sağlanabilir mi? Hayır. Günü birlik ve yarına Allah kerim anlayışıyla alınan, neye hizmet ettiği belli olmayan kararlarla, bu buhranı yönetemezsiniz, yönetemiyorsunuz da zaten. Ülkeyi ve ekonomiyi yönetemeyince de CHP’ye saldırıyorsunuz.
Mahkemenin casuslukla suçlamadığı milletvekilimize trolleriniz casus diyor. Milletvekilliğini düşürüyorsunuz. Sabaha karşı gözaltına alıyorsunuz. “Kaymakamın başında durduğu soğanlar” nereye gidiyor diye soran ilçe başkanımızı terörist diye tutukluyorsunuz.
Minarelerde şarkı çalanı yakalamıyorsunuz, ama sosyal medyada paylaşanı, CHP üyesi diye, bayramda içeri alıyorsunuz.Enis benim 40 yıllık arkadaşımdır.
Ne yaparsanız yapın…Ne Enis’ten ne de CHP’den; Kuran için, ezan için, bayrak için, vatan için, millet için, işgalcilere karşı göğsünü siper eden Kuvayı Milliye ruhu dışında bir şey çıkaramazsınız.
Bizi sokağa çekmeyi başaramazsınız.
Ama yumuşak başlıyız dediysekde uysal koyun olmadığımızı, Bileceksiniz, öğreneceksiniz.
Ne demiş atalarımız:İş bilenin, kılıç kuşananın.
Belediyelerimiz hükümetin bıraktığı dayanışma açığını kapatmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Milletimizin sıkıntılarını hafifletmek için gecelerini gündüzlerine katıyorlar. Dayanışmanın ne olduğunu bu sıkıntılı gününde halkın yanında nasıl durulacağını gösteriyorlar. İnşallah yakılan bu çoban ateşleri en kısa sürede büyüyecek ve milletimizin karartılan ufkunu aydınlatacaktır."