Cenaze namazlarını Arınç kıldırsın

Öncelikle Başbakan Yardımcımız Bülent Arınç’tan özür diliyorum... Çünkü bir süre önce “Ben de olsam dağa çıkardım” demiş, biz de bu sözdeki hikmeti keşiften aciz, aklımızla kendisini kıyasıya eleştirmiştik... Pişmanlık içinde özeleştirimi veriyorum, hata yapmışız!.. Paris’te üç yakınını daha kaybettiği şu acı günleri vesile bilip, hem başsağlığı diliyor hem de önceki densizliğim dolayısıyla kendisinden affımı arz ediyorum!..
Biz de insanız, hata, kusur, günah bize mahsus, hoş görmek ve affetmek de büyüklerimize!.. Keşke bu affedilme talebimizi yayın yoluyla değil de, bizzat kendisine yüz yüze iletebilseydim... Ama hâlâ geç kalmış sayılmayız... Şayet kendisi bir taziye çadırı kurarsa -ki çok yakışır- oraların âdeti üzere, çay-şekeri kapıp koştura koştura geleceğim!..
Çünkü hicran içinde kıvranan bu acılı yüreğin Diyarbakır’da BDP’lilerle birlikteyken yaptığı içli konuşma yüreklerimizi dağladı!.. Oraya tarihî Diyarbakır Surları’nın UNESCO’nun kalıcı dünya mirası listesinde yer alması için başlatılan kampanyaya gittiği söylenmişti... Ama gerçekte ’sur’ için mi, yoksa ‘kur’ için mi gitti, biribirine karıştı... Çünkü ‘sur’dan çok, “Baskılar bizi yıldıramaz” türünden bir konuşmayla, BDP’li dostlarına ‘kur’ yaptı...
Doğru olan da buydu!.. Şunun şurası üç günlük dünya... Önemli olan birbirimizi kırmadan, üzmeden dünya denen gölgelikten çekip gitmek değil mi? Zaten Öcalan da geçmişte namaz kılıyormuş!.. İnanmayan ‘has kadro’dan Durmuş Yılmaz’a sorsun...
İnsan yaşadıkça neler öğreniyor... Televizyonlarda dangalak hocalar Türkler ve Kürtlerden bahsederken Evs ve Hazrec gibi iki kadim düşman kabileyi örnek gösteriyorlar... Türklerle Kürtler arasında tarihte bu kabilelerle kıyaslanabilecek hiç bir husumet yaşanmadığı halde, bu örnekten yola çıkarak, İslâm’ın insanları nasıl birleştirdiğini keşfediyoruz cehaletleri sayesinde!..
Belli oldu, bu iş artık din-iman meselesi!.. Arınç’ın Diyarbakır’da BDP’lilerle samimî bir havada kadayıf dolması yerken, sürecin Eğil’deki peygamber makamları gibi yüce olmasını dilemesi gerçekten kâmil iman işareti!.. Yine ortak vasıfları ‘Türk’e soğukluktan ibaret kimi İslâmcılarımızın Uludere’den bir kan dâvâsı çıkarmak için durmaksızın “Roboski aşağı, Roboski yukarı” ayinleri düzenlemelerine ve bunları Allah’ın ayetleriyle süslemelerine ne demeli? Sanki Gaziantep’te bayram günü çoluk çocuk katledilirken, kendi çocuklarını kurtarmak için Bingöl’deki o anne canlı bombanın üzerine atlarken, Anafartalar’da garibanların doluştuğu otobüs durağı kıyamete çevrilirken o zulümle ilgili ayetler -haşa- inzal olmamış mıydı? Sevsinler bunların alayının çifte standart tütsülü hassasiyetini!..
Neyse, biz yine Bülent Arınç’a dönelim... Sürece katkı adına bir teklifim var... Paris’te öldürülen üç teröristin cenazelerinin Türkiye’ye getirileceği söyleniyor... Bu durum kesinleşirse, cenazelerin havaalanından alınmasından defnedilmesine kadar protokol uygulansın... Kabine üç ekibe bölünsün, tabutları bu ekipler omuzlasın... Habur’a seyyar mahkeme tayin eden irade, üşenmesin çekinmesin, Ankara’dan Diyarbakır’a, cenaze marşını çaldı mı ciğerleri delen sıkı bir bando takımı götürsün...
Bu sürece katkının ‘olmazsa olmaz’ı ise tabii ki cenaze namazları... Cenazeler mümkünse Cuma namazından sonra kaldırılsın... Ama namaz devletin camilerinde değil, meydanda kılınsın; daha önce ‘alternatif imam’öncülüğünde kılınan ‘alternatif Cuma namazı’ gibi... Ve mutlaka günün anlam ve önemine binaen ’alternatif imam’ Bülent Arınç olsun, cenaze namazlarını da o kıldırsın... Bir de otomatiğe bağladığı gözyaşlarını boca ederek, hüznünü, acısını, kederini musalla başında dualar eşliğinde sevenleriyle paylaşsın... Eğer tabutların üzerine üç renkli bez parçası atılırsa, ona da ilişilmesin, hatta kardeşliğimizin nişânesi sayılsın... Cenazeye katılmak isteyen zerdüşt merdüşt çıkarsa, en arka safa atılsın... Çelenk kabul edilmesin, bağış yapmak isteyenin yeterli nakti yoksa ‘yerli Gandi’den kredi kullansın... İktidar’ın üç B’si (Bülent, Bekir, Beşir) taziye bitene kadar oralardan ayrılmasın, raporlu sayılsın...
Bakın bakalım o zaman kardeşlik sağlanıyor mu, sağlanmıyor mu? Birliğimiz beraberliğimiz pekişiyor mu, pekişmiyor mu? Bir çırpıda küresel güç oluyor muyuz, olmuyor muyuz?

****

İlkokuldayken dünyanın yuvarlaklığıyla ilgili anlatılan bir örneği hepimiz hatırlarız... Açık denizden gelen bir geminin önce bacasından çıkan dumanı fark edilir.. Gemi yaklaştıkça bu defa bacası ortaya çıkar... Karaya doğru biraz daha ilerledikçe geminin gövdesi görülür...
Bilimsel gerçeğin bir nevi deneyle ispatı bu... Şimdi de bir başka ‘amprik gerçek’ üstümüze üstümüze geliyor... Vatandaşa göz göre göre ‘dünya düz’ illüzyonu uygulanırken, gemi Ankara’da neredeyse karaya çıktı ama “Endişeye mahal yok, küresel güç oluyoruz” mavalı okunuyor...

Yazarın Diğer Yazıları