ÇANAKKALE SAVAŞI VE TÜRK KADINI -4-

ÇANAKKALE SAVAŞI VE TÜRK KADINI -4-

Türk kadınını yüzeysel görmek Türk kadınını görememektir

Kadınlarımız Atatürk’ün açtığı yoldan ilerleyerek her alanda kendilerini ispatlamış; milletvekili, bakan, başbakan, vali, belediye başkanı, muhtar olarak idari görevlerde bulunmuştur.
Uluslararası şirketlerin Türkiye ve bölge temsilcisi olarak görev yapan azımsanmayacak sayıda Türk kadını vardır. Ayrıca uluslararası alanda isim yapmış holdinglerimizin bir çoğunda yönetim kurulu başkanı, CEO olarak Türk kadınını görmekteyiz.
 Mustafa Kemal Atatürk, 21 Mart 1923’te Konya’da Kızılay’ın kadın kollarına hitap ettiği konuşmasında kadınlarımız hakkında şöyle demektedir:
“Dünyada hiçbir milletin kadını, ben Anadolu kadınından daha fazla çalıştım, milletimi kurtuluşa ve zafere götürmekte Anadolu kadını gibi emek verdim diyemez. Belki erkeklerimiz memleketi istila edenlere karşı süngüleriyle, düşmanın süngülerine göğüslerini germekle düşman karşısında hazır bulundular. Fakat erkeklerimizin teşkil ettiği ordunun hayat kaynaklarını kadınlarımız işletmiştir...
Çift süren, tarlayı eken, ormandan odunu, keresteyi getiren, aile ocaklarının dumanını tüttüren, bütün bunlarla beraber sırtıyla, kağnısıyla, kucağındaki yavrusuyla yağmur demeyip, kış demeyip, sıcak demeyip cephenin harp malzemesini taşıyan hep onlar, hep o yüce, o fedakâr, o ilahî Anadolu kadınları olmuştur. Bundan ötürü hepimiz, bu büyük ruhlu ve büyük duygulu kadınlarımızı şükran ve minnetle sonsuza kadar aziz ve kutsal bilelim.”
“Kadınlarımızın bu fedakârlığına, kadınlarımızın bu kadar hizmetine, erkeklerden hiçbir yerde geri kalmayan ehliyetlerine rağmen, düşmanlarımız ve Türk kadınının ruhunu bilmeyen, yüzeysel bakışlar kadınlarımıza bazı iftiralarda bulunmaktadır. Kadınlarımızın hayatta tembel yaşadıklarını, ilim ile, irfan ile münasebetleri bulunmadığını, uygar yaşam ve sosyal yaşam ile alakadar olmadıklarını, kadınlarımızın her şeyden mahrum kaldıklarını, onların Türk erkekleri tarafından, hayattan, dünyadan, insanlıktan, çalışıp kazanmaktan uzak tutulduğunu söyleyenler vardır. Fakat gerçek durum böyle midir? Şüphesiz ki Türk kadınını bu surette görmek, Türk kadınını görememektir. Ecnebileri ve bizi düşman nazariyle görenlerin tarif ve tasvir ettikleri kadınlar, bu vatanın asıl kadını, Anadolu’nun asıl Türk kadını değildir. Öyle kadınlar bizim asıl hayatımızda ve memleketimizde yoktur. Türk kadınını yanlış görüp yanlış anlatanlar, bilhassa büyük şehirlerimizde, gelişmiş uygar zannedilen yerlerde bazı Türk hanımlarının dış görünüşlerine bakarak aldanıyorlar. O kadınların harici manzaralarını aleyhimizdeki yanlış yorumlara müsait bir zemin olarak alıyorlar. Milletin umumi hayatına nispetle pek sınırlı ve değersiz olan o kadınları yayıyorlar. İşte ilk tashih edilecek hakikat buradadır. Manzara-i hariciyeleriyle düşmanlarımıza ve bilhassa içimizdeki hainlere bilerek ve daha ziyade bilmeyerek haklı bir yalan dolan manzaralara, hepiniz biliyorsunuz ve herkes biliyor ki, en ziyade memleketimizin en büyük şehri olan, asırlarca devletin başşehri ve halifeliğin merkezi bulunan İstanbul’da tesadüf ediyor. Düşmanlarımızın bu manzaradaki kadınlardan aldıkları izlenimler ile acı hükümler veriyor ve diyorlar ki: “Türkiye  uygar bir millet olamaz, çünkü Türkiye halkı iki parçadan mürekkeptir. Kadın ve erkek diye iki kısma ayrılmıştır. Halbuki bir sosyal toplum aynı gayeye bütün kadınları ve erkekleriyle beraber yürümezse, gelişme ve uygarlaşmasına ilmi imkan ve ilim ihtimali yoktur.”
“Daha selâmetle, daha dürüst olarak yürüyebileceğimiz bir yol vardır. Büyük Türk kadınını meclisimizde müşterek kılmak hayatımızı onunla birlikte yürütmek, Türk kadınını ilmî, ahlakî, içtimaî, iktisadî, hayatta erkeğin arkadaşı, muavin ve destekleyicisi yapmak yoludur. Eğer kadınlarımız İslâm usullerinin tavsiye, dinin emrettiği bir kıyafette, faziletin icap ettirdiği davranışla içimizde bulunur, milletin ilim, sanat, sosyal hareketlerine iştirak ederse, bu hali, emin olunuz milletin en bağnazı dahi takdirden kendini alıkoyamaz, men’i nefs edemez. Bilakis, o halin aleyhinde söylenecek sözlere karşı, belki onu girişkenlerden daha fazla müdafi savunucu olur.”