Türk annesi, savaşın tüm kötülüklerini bilmesine rağmen, oğlunu, biricik evladını, askere göndermiş ve vatana hizmet etmesini istemiştir. Meşrutiyet ve Millî Mücadele dönemlerinde eser vermiş, savaş edebiyatına katkıda bulunan nadir kadın yazarlardan Salime Servet Seyfi, “Oğlumu Hududa Gönderdikten Sonra” adlı hikayesinde bir annenin oğlunu savaşa gönderdikten sonraki hissiyatını şöyle anlatmaktadır: “Bir milleti savaşa sokan gerçek nedenler ne olursa olsun milletin fertlerine(askerlere) bu coşkun duygular, bu vatan sevgisi ve gayret samimidir, iyi niyete bağlıdır: Ölüp aşağılanmamak, kendisi düşman çizmesiyle ezilerek millî namusu, saadet ve aileyi çiğnetmemek gibi ilahi ve parlak bir arzuyla doludur. Bütün Osmanlıların sevinçle ve fedakârlıkla bugün silah başına koşması, bütün geniş sınırlarımızı sağlam bir vatan sevgisiyle dolu kanlı bir duvarla kuşatması hep bunun için, hep bu istekle... Ve işte bunun içindir ki bu zor, korkunç, ancak gerekli sınav ve fedakârlık günü bu millet için gelip çatınca, kadın da erkek de, cahil de âli de, zengin de fakir de, kızlar da çocuklar da birdenbire, hep birlikte ve aynı şekilde coşkun bir hayret ortaya çıktı... Korkunç, vahşi vatan dağları asırlardan beri kar, bahar ve ışık içinde besleyerek büyüttüğü, gökyüzüne dek uzanan ağaçlarını sınırlarda siperler, çöllerde hastaneler yapılmak üzere feda eder. Bir köyün dışında sabırlı yüzü, metin adımlarıyla köye dönmekte olan bir ihtiyar kadın görürsünüz: Üç oğlundan en küçüğünü de orduya keskin bir süngü daha ilave etmek üzere şimdi yola koymuştur... Akşamın koyu karanlığı sokaklara düşerken önümüzden geçen şu genç vatan hemşiresine, kerimesine bakınız: Hilâl-i Ahmer (Kızılay) hastanelerinden birinde bir haftadan beri gece gündüz çalışmış, uykusuz kalmış, ancak bu gece ihtiyar validesini görmeye gidebiliyor... Elhasıl nasıl söyleyim, her şey, her unsur her taraf her his: Silah başına! Orduya! Orduya! diye haykırıyor. Ve ben bu sıkıntılı anda, bütün bu coşkun istekleri, bütün bu Kur’an’ın emirlerini ruhumun derinliklerinde duyuyor, bunun için sen aziz çocuk fırtınalı ve karanlık yollarda vatan hududuna doğru uzaklaşırken yaşlı gözlerim ateşli kalbimle: Git, git diyorum. Lakin vatanın selamet ve muzafferiyet sancağı altında ve şan-ı şerefle gel!..” (Bitti)