Softalık; çağlar boyunca toplumların akıl ve bilimin gösterdiği istikamette gelişmesini, ilerlemesini ya geciktiren ya da engelleyen bir rolü yerine getirmiştir. Türk toplumu da her devirde bu anlamda softalıktan en büyük zararı görenlerdendir. Her türlü ilerici, ilerlemeci, yaşanılan çağı yakalamaya ayarlı çaba ve hamleler softalar yüzünden başarısızlığa uğramıştır. Bugün biz Türkler ve bir anlamda bütün Müslüman ülkeler bilimsel ve teknolojik gelişmeleri, bir başka ifadeyle uygarlığı çok gerilerden takip ediyorsak bunun baş sorumlusu softalık ve softalardır. Müslüman Türklerin bütün tarihinde ve o tarihin çok önemli bir dönemi olan Osmanlılarda softalığın neden olduğu gerilikler, ilkellikler saymakla bitmez. Yarasaların aydınlıktan korkması gibi softalar da her zaman her yerde akıldan, bilimden ve bunların yaratacağı aydınlıktan korkmuşlardır.
Günümüz Türkiye’sinde bu azgın softalığa karşı dinin ruhunu ve mantığını merkeze alarak aklı ve bilimsel gelişmeleri de mutlaka devreye sokarak sessiz sedasız mücadele veren bir oluşum var: “Ankara Okulu.” Çoğunluğu Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyelerinden oluşan bu okulun dini anlama ve yorumlamadaki görüş ve düşüncelerini diğer ilahiyat fakültelerinin akademisyenlerinden de paylaşanlar bulunuyor. Bunların en bilineni de şu anda Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi olan Prof. Mustafa Öztürk. Son senelerde bu ilerici, çağdaş ilahiyatçılara yönelik azgın ve acımasız linç Mustafa Öztürk üzerinden yürüyor ve yürütülüyor.
Çünkü Mustafa Öztürk bugüne kadar hiç yapılmamış orijinallikte Kur’an yorumlarıyla çok öne çıkan; derin bir bilgi ve birikimle Doğuyu da Batıyı da çok iyi tanıyan; eşine az rastlanır derecede ufku açık olan; çıktığı TV kanallarında çok dolu ve doyurucu konuşmalar yapan bir ilahiyatçı akademisyendir. Dilimizde mevcut bütün Kur’an çevirileri büyük ölçüde geleneğe yaslanan, yine büyük ölçüde birbirini taklit eden, farklılık içermeyen eserlerdir. Mustafa Öztürk’ün Kur’an çevirisi ise, üzerinde inanılmaz derecede kafa yorulmuş; kendisini geleneğe bağlılıkla, mevcut Kur’an meallerindeki görüşlerle sınırlandırmamış tek orijinal metindir. Mükemmel Türkçesi ve üslubuyla, rahat anlaşılırlığıyla da 1 numaradır.
İşte bu yüzden Mustafa Öztürk, dini anlama ve yorumlama konusunda kabuğunu kırmanın, falanca filanca otoriteye boyun eğmemenin, sadece aklı ve araştırmaları rehber edinmenin modeli olarak tüm softa çevrelerin şimşeklerini üzerine çekmektedir. Eğer bu kadar dolu, bu kadar donanımlı, yaşadığı çağı da çok iyi tanıyan bu ilahiyatçı akademisyen softaların linçine terk edilirse, ülkemiz din alanında uzun zaman çağdaş bir açılım yakalayamaz.
Biz burada onun her yorumu mutlaka doğrudur, yerindedir diye bir iddia içinde değiliz. Sorun, onun söylediklerinin dinlenmemesi, ne demek istediğinin anlaşılmaya çalışılmaması, karalama ve iftira ile susturulmak istenmesidir. İşte bunun somut bir örneği:
Mustafa Öztürk içinde bulunduğumuz yılın ilk günlerindeki bir konuşmasında, “Bazen düşünüyorum da acaba Kur’an gelmeseydi ahlaken şimdikinden daha kötü durumda mı olurduk? Bence olmazdık. Bize Kur’an gelmiş olmasına rağmen olabileceği kadar kötü durumdayız!” diyordu.
Softalar bunu şöyle haberleştirdiler: “Mustafa Öztürk, ‘Kur’an gelmeseydi daha iyi olurdu’, dedi.”
Bugün ülkemizin ve bütün Müslüman ülkelerin çıkarı için yetkin din bilginlerinin ve ilahiyatçı akademisyenlerin özgün ve yenilikçi düşünce ve görüşlerini bir engelle karşılaşmadan açıklayabilmesinin önü mutlaka açılmalıdır. Düşünce ve kanaatlerin kısıtlandığı, engellendiği bir ortamda ne dinsel ne de toplumsal alanda gerekli olan hiçbir gelişme ve ilerlemenin sağlanması mümkün değildir.
Bugünün Batı’sı temsil ettiği bütün değerleri her şeyden önce bu ortamı sağlayabilmiş olmasına borçludur. Müslüman dünya için de başka bir çıkar yol yoktur.