Büyük dava adamı Türkeş’i anarken
Seksen yıllık ömrünü, Türk Milletine hizmetle geçiren büyük dava adamı Alparslan Türkeş’i, ebedi aleme göçünün 14. yılında rahmetle anıyoruz. Kendisini ilk defa 1959’da, Türk Ocakları’nda tanıdık. Ocağın Gençlik Kolu olarak düzenlediğimiz “Çanakkale Zaferi”ni kutlayacaktık. Çanakkale Zafer Günü için zengin bir program hazırlamıştık. Bir eksiğimiz vardı, o da zaferin askeri yönünü anlatacak bir asker bulamamıştık. Tanıdığımız böyle biri de yoktu. Ankara Ocağı’nın başkanı olan çok değerli hocamız Zeki Sofuoğlu (1944’ün yaşayan son temsilcisidir. Ellerinden öpüyor Allah’tan hayırlı ömürler diliyorum)’na giderek yardım istediğimizde, “Tamam, bizim Alparslan’a söyleriz o konuşur” dedi. Biz bu “Bu Alparslan kim, kendisini nerede bulabiliriz der gibi” yüzüne bakınca, “Alparslan Türkeş, bizim 44’lülerden. Şu anda NATO Şubesi Müdürü. Ben konuşurum” demişti. Biz de bu vesileyle Alparslan Türkeş’le tanışmak fırsatını bulmuştuk.
18 Mart 1959 günü Kur. Yrb. Alparslan Türkeş Türk Ocağı’nın tarihi binasına geldi ve yaptığı uzun bir konuşma ile asker gözüyle Çanakkale Zaferi’ni değerlendirdi.
Rahmetli Türkeş’le daha sonra tarihi bir gün olan 28 Nisan 1960’da, Kızılay’da Kent Otel’in köşesinde yeniden tanıştık. Kızılay Meydanı ve Atatürk Bulvarı’nda, adına “öğrenci hareketleri” denilen büyük bir kargaşa yaşanıyordu. Derin endişe içindeydik. Olup bitene bir anlam veremiyorduk. Meğer 27 Mayıs İhtilali için ortam hazırlanıyormuş. Bunu daha sonra öğrenecektik.
Kent Otel’in önünde, değerli büyüğümüz 1944 Türkçülerinden rahmetli Refet Körüklü (1 Nisan 2011 Cuma günü kaybettik) birisiyle hararetli bir şekilde konuşuyordu. Yanına gittiğimizde bizi “Alparslan Türkeş” diye tanıştırdı. Sivil kıyafetli olduğundan tanıyamamıştık. Türkeş, Bulvarı dolduran kalabalığa bakarak, “Amca (44’lüler birbirine böyle hitap ederler) bu gemi batıyor. Bizim milliyetçi arkadaşlara söyleyin, Tevfik İleri, Sait Bilgiç gibilere gemiyi terk etsinler” dedi. Bu ifade doğrusu pek hoşumuza gitmemişti.
***
Rahmetli Refet Körüklü Ağabey derin saygı duyduğumuz bir büyüğümüzdü. Pek çok dergilerde şiir ve yazıları yayımlanıyordu. Ankara’da bulunduğu sırada hayatı; ev-Maliye Bakanlığı-Türk Ocağı üçgeninde geçerdi. Hep gülen yüzüyle hatırlanacaktır. Ümitsizliği hiç tanımayan, davasından en küçük şüphesi olmayan bir iman adamıydı. “Kapı gibi adam” tabiri sanki O’nun için söylenmişti. Bir şiiri vardı ki toplantılarda hep okurdu. Şu mısraları hafızama çakılıp kalmıştı: “Ölürken sıkılmışsa yumruklarım. Sakın açmayın dostlarım. Belki uyanır da Moskof’u yumruklarım.” Nur içinde yatsın.
***
Büyük dava ve devlet adamı Alparslan Türkeş yarım asra varan siyasi hayatında, Türk devletinin milliyetçi bir şuurla yönetilmesi için mücadele etti. Ve tarihimizde derin izler bıraktı.
1931’de Türk Ocakları’nın kapanmasıyla beraber inişe geçen ve yaşanan hayatın dışına itilen Türk Ülküsünü, tekrar şaha kaldıran hareketin tartışmasız lideri oldu.
Türkeş, Türk Milliyetçiliğinin sadece dernek ve dergi çerçevesinde kalarak yaşamasının ve güçlenerek millete hizmet etmesinin mümkün olmayacağını gören ve bunun gereğini yapan bir önderdi. O’na göre Türk Milliyetçiliği mutlaka siyasi bir cephe kazanmalıydı. Sadece fikir, kültür ve sanat çalışmalarıyla gelişemez, güçlenemezdi. Onun yanında, yüksek siyaset dediğimiz devleti yönetmeye talip olması şarttı. Eğer milli şuurla yetişmiş ehliyet ve liyakat sahibi kadrolar, memleketin yönetimine gelmezse, Türklüğün geleceğinin de tehlikede olduğunu çok iyi görüyordu.
Bunun en açık örneği ülkücü gençlikte görüldü. Bugüne kadar iktidar sahibi olanlar, ülküsüz gençlik yetiştirdi. Hiçbiri tarihi derinliğimiz içinde, Türk gençliğini vatanın bütünlüğüne, milletin birliğine ve egemenliğine sahip çıkacak, medeniyet yarışında yeniden en öne geçecek bir iddia ile yetiştirmeyi düşünmedi. Tam tersine bunu tehlike olarak gördü. Dünyayı, Milletini, tarihini, kendini bilmeyen, idealsiz, milli bilinçten yoksun nesiller yetiştirdiler.
Türk Milliyetçileri tek başına iktidar olmadı, ama yüksek ideallere sahip nesiller yetiştirdi. Bunlar hep Türkiye için yaşadılar, vatanı düşündüler. Milli şuur, millete mal oldu.
Bundan dolayı emperyalistler ve işbirlikçileri başta olmak üzere çok düşman kazandılar. Çok zulüm gördüler.
Ama millet yolunda ne gam dediler.