Bütün mesele "Tolga" mı, "Kemal" mi olacağınızda...
Börü'yü izleyenlere sorsalar:
En beğendiğiniz sahne hangisi?
Zannediyorum, Atatürk'ün, Fevzi Çakmak'a, ölümünden sadece günler önce, hasta yatağında Türk ordusuna -Cumhuriyet'in 15. Yıldönümünde okunacak- son mektubunu yazdırdığı ve Mareşal'den askerin siyasete karıştırılmamasını istediği sahne açık ara önce çıkar.
Ama bence filmde "bütün meselenin ne olduğu"na dair "imza" kıymetinde bir sahne daha var:
Börü Timi'nin "sızıntı"sı Tolga'nın çocukluğuna dönülen sahne.
***
Küçük çocuk tek başına merdivenlerde oturmuş, duvarda asılı 1986 yılı Maarif Takvimi'nin üzerinde gördüğü -Atatürk'ün de daha önce Türk Lirası'na bastırdığı- bozkurt figürüne hayranlıkla bakar ve onu eline çizmeye çalışırken, karanlık bir gölge yanına yaklaşır, elinden tutar ve onu FETÖ elebaşının yanına götürür.
"Öksüz" diye anılan kimsesiz çocuğa, cehennemin ilk ve son defa gördüğü bu kişinin iki dudağı arasında olduğu söylenir. Bundan sonra adı dahil bildiği her şeyi unutacak ve ömrü boyunca sadece ona itaat edecektir, karşılığında da bir "aile(!)"si olacaktır. Okuyacaktır.
Bambaşka biri de olabilecek, misal, hayranlıkla eline çizmeye çalıştığı o "bozkurt" gibi hür de yaşayabilecekken, Tolga böylece köleleştirilir; canileştirilir, hainleştirilir;
Sahipsizlikten.
***
Filmde, bir de her şeyiyle Tolga'nın tersi yani fikri hür, vicdanı hür, gerçek bir vatanperver, Cumhuriyet çocuğu olarak yetiştirilmiş "Kemal" karakteri var. O da "kimsesiz"; ancak onun farkı/şansı, annesi babası öldükten sonra elinden tutanın "karanlık bir gölge" değil "devlet" olması.
***
Börü, "bütün mesele"yi toplasan beş dakika bile sürmeyecek birkaç karede öyle güzel özetlemiş ki;
Bütün mesele bu.
Bütün mesele bu ülkenin çocuklarını, yarınlarını, istikbalini ne kadar sahiplenip sahiplenmediğiniz. Kime emanet ettiğiniz.
Türkiye'yi "aklını başkasına teslim ettiği için kendinden bile nefret eden(!)" "Tolga"lar mı, zihinleri Mustafa Kemal'in gözleri gibi parlak "Kemal"ler mi yönetecek; buna dün de siz karar verdiniz, yarın da siz karar vereceksiniz.
Ve bunu, babası tarafından ders çalışmadığı gerekçesiyle öldürülen el kadar çocukların mezarlarına "çok iyi"lerle dolu karneler götürerek beceremezsiniz!
Türk çocuklarını istismar ettirmeyeceksiniz, dövdürmeyeceksiniz, öldürtmeyeceksiniz, köleleştirmeyeceksiniz, ezdirmeyeceksiniz, dondurmayacaksınız, açlıktan kıvrandırtmayacaksınız; velhasıl onları devşirmek için pusuda bekleyenlere muhtaç etmeyeceksiniz...
Yapabilir misiniz?
"Kemal"lerin "Tolga"ları yendiği Türkiye'yi; "güzel bir film" olmaktan çıkarıp "gerçekleştirebilir misiniz"?
Nedense bir türlü ümitvar olamıyorum; öyle aksi ki Türk çocuklarının eğitimi, öğretimi, barınmasına dönük bütün tercihleriniz!
İthal gurur...
Yılmaz Özdil'in, "Mustafa Kemal"in koleksiyon baskısının fiyatıyla ilgili eleştirilere cevaben yazdıklarını okudum.
Kendi adıma, sanki bu ülkede sadece onlar muhalifmiş, sadece onlar baskı altındaymış, sadece onlar direniyormuş gibi bir algı yaratan o "daracık çevreleri"nin bilerek veya bilmeyerek yol açtığı "kast sistemi"nden çok yılmış olmakla birlikte Özdil'in Atatürkçülük, millilik, milliyetçilik, vatanseverlik konusundaki samimiyetinden şüphe etmem...
De...
Hedefi "Atatürk'e layık olmak" olarak açıklanan bir projenin bezi Osmanlı'nın son dönemindeki gibi Japonya'dan, kağıdı İsveç ve Almanya'dan ithal olmasaydı, dahası bu bir "övünç unsuru" gibi sunulmasaydı keşke...
"SEKA mı kaldı? SÜMERBANK mı kaldı?" diye sormak için kolları sıvamaya hazırlananlar da haklı ama bir yazarın Atatürk'e borcunu, Atatürk idealinden ne kadar uzakta olduğumuzun belgesi bir çalışmayla ödemesi içimi acıttı.
Emri verene beraat
Uygulayana hapis!..
Sakarya 2. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki "darbe" davasında yargılanan Jandarma Üsteğmen Fatih Gümüş'e atfedilen suç -iddianameden aktarıyorum- :
-...Darbeye teşebbüs eylemine katılması nedeniyle Tugay Komutanı Uğur Coşkun ile birlikte hareket eden İl Jandarma Alay Komutan Vekili İlhan Aysan tarafından verilen emir ve talimatlara uyarak, Serdivan İlçe Jandarma Komutanlığında emrinde bulunan personele emir ve talimat verip kendisi de gitmek suretiyle D100 karayolunu kapatmak, tanklara eskortluk edip, bu şekilde darbeye teşebbüs eylemini gerçekleştirmek.
Bu suçlamayla yargılanan Üsteğmen Gümüş, "darbeye yardım ettiği" gerekçesiyle 12 yıl 6 ay ceza aldı.
Gümüş'e o emir ve talimatları veren -bunu mahkemede de beyan eden- Alay Komutan Vekili Aysan ise beraat etti.
Haliyle sormak icap etti:
Emri verenin beraat ettirilip, emri uygulayanın cezalandırılması biraz tuhaf değil mi?
Kim, kime/neye göre suçlu, kim, kime/neye göre masum bu davalarda; verilen hükümlerde kullanılan ortak bir "ölçü" var mı? Varsa ne?
Yoksa bu işe bir "ölçü" getirmenin zamanı gelmedi mi?