Burası neresi ve siz kimsiniz?

Türkiye’nin ittifakları ve “stratejik ortakları” ile ilişkisi taksici ile taksiye gasp için binen müşterinin ilişkisine benziyor ve Türkiye kazanmayı beklerken hep kaybeden taraf oluyor.
Aynı ilişki Türk halkı ile Türkiye’yi yöneten siyasi irade ve bürokrasi gündeme geldiğinde de değişmiyor. Halkın, “Hakkımı savunsun, ekmeğimi büyütsün!” diye sandık marifeti ve diploma ile stratejik koltuklara oturttuğu evlatları bir de bakıyorsunuz ki Türkiye üzerinden Türkiye düşmanlarının ekmeğini büyütmüş, Türkiye’nin değil de Yunan’ın, Ermeni’nin, İsrail’in, PKK’nın, ABD’nin ve dünkü Haçlının bir maskesinden ibaret olan AB’nin, hak ve hukukunu savunur oluvermiş. Bizimkiler onlarca yıldır kimi zaman bunu korkaklıklarından böyle yapmış, kimi zaman tecrübesizlik ve cehaletlerinden böyle yapmış, kimi zaman gafletlerinden kimi zaman ihanetlerinden kimi zaman da kendilerini Türkiye’ye değil de başka yere ait hissettiklerinden böyle yapmışlar, yapıyorlar.
Bunlar Maraş niye Kahramanmaraş, bunlar Urfa niye Şanlıurfa, bunlar Antep niye Gaziantep olmuşu unutmuş, bunlar Çanakkale’yi, “Türkler insan sayılmaz” diyen bir zihniyete karşı savunduklarını, bunlar Kurtuluş Savaşını Bursa’yı işgal eden Venizelos çocuklarının evliya mertebesindeki Osmanlı kurucularının sandukalarını, “Kalk da evlatlarını kurtar!” diye tekmeleyen çapulcuları ve bunlar İstanbul ve İzmir’de müstevlileri ellerindeki Haçlarla, “Zito, Zito!” vaveylalarıyla karşılayanları unutmuş, bunlar en haklı olduğumuz Kıbrıs bahsinde Türkiye’ye kimlerin ambargo koyduğunu unutmuş, bunlar PKK’ya 30 yıldır kimlerin kol kanat gerdiğini, bunlar “Üçüncü bin yılda Asya Hıristiyanlaştırılacak, işe Türkiye’den başlanacak!” diyen Vatikan sakinlerini, bunlar, güneydoğuyu mesken tutup, “Vazgeçin artık şu Türklerle birlikte yaşamak arzusunu” telkinini onlarca yıldır sürdüren yabancı diplomatları unutmuş ve dönmüşler Türk insanının başörtüsü ile uğraşmaya başlamışlar, dönmüşler, hutbelerdeki “Allah katında din İslâm’dır” ve cami panolarına yazılan ayetleri gözden kaçırmaya ve bunlar tutmuş Türkiye’nin milli egemenliğini işte yukarıdan beri saydığımız bütün bu unsurların toplamı olan Haçlı AB’ye devretmeye başlamış, yetmemiş, “Bu gidiş Türkiye’yi tarihten siler!” diyen gidişattan endişeli insanlara düşmana bakar gözle bakmaya başlamışlar.
Tekrar ediyoruz bu gidiş “Sırâtel müstakîm” üzere bir gidiş değil.
Hele şu inadına özelleştirme ve mahalli idareler yasası altında Haçlı aklıyla Türkiye’nin eyaletlere bölünmesi ve terör örgütü PKK’nın siyasallaştırılmak istenmesi artık bu işin tuzu biberidir. Türkiye özelleştirme kılıfı ile elimizden çıkıyor. Ey millet bakınız Telekom, Tüpraş, Erdemir, limanlar, elde kalan bankalar ve Dicle ve Fırat suları gibi bir o kadar daha milli değeri yan yana koysanız, bütün bunların özelleştirme geliri etse etse 50 milyar dolar eder. Yani şimdi 68.7 milyar dolarlık serveti ile dünyanın en zengin insanlarından olan Carlos Silm istese Türkiye’nin sahibi olabiliyor, bu akıl işi mi?
Devlet kâr edemiyor özel şahıs kâr ediyor gibi, ahlaksız akıl oyunlarıyla Türkiye’nin bütün varlığı nasıl olur da yabancılara verilebilir? Carlos Silm kâr etse bana ne? Devletin bütün endişesi kâr-zarar endişesi olabilir mi? Devletin iç ve dış güvenlik, devletin adalet, sağlık, devletin milli eğitim endişeleri olmaz mı? Devletin ekonomide ne işi var diyenler, lütfen Haçlı Avrupa’sına bir baksınlar orada devletin ekonomideki ağırlığı Türkiye’nin üç katı mı değil mi!
Aynı şekilde Haçlı Avrupa’nın yaptığı kanunların, TBMM’nin yaptığı kanunlardan daha üstün olduğu, hem de TBMM’de nasıl karara bağlanabilir, biz o zaman Kurtuluş Savaş’ını niye yaptık? Dün Sevr’i dayatan bugün ise karikatürleri ve sözleri ile Hz. Muhammed(s)’e en galiz hakaretlerde bulunan Haçlıya, Kur’an ayetlerine müdahale edecek kadar ipleri kaptırdıktan sonra biz, “Burası neresi, nereye götürülüyoruz ve siz kimsiniz?” diye sormak durumunda değil miyiz?

Yazarın Diğer Yazıları