Bugün "oh" dediğin yarın "of" çektirecek olandır
Sözcü yazarlarının köşeleri boş çıktı dün; okura Rahmi Turan, Necati Doğru, Bekir Coşkun, Yılmaz Özdil, Emin Çölaşan, Uğur Dündar, Ayşe Sucu, Mehmet Türker, Soner Yalçın, Saygı Öztürk yazmazsa oluşacak "boşluğu" göstermeye çalıştılar.
Birkaç yıl önce biz de yapmıştık benzeri uyarıyı; hani bir "pembe Yeniçağ" vardı...
Basın ahlak ve ilkelerinde, millî menfaatlerde, düşünce ve hukuki normlarda ifade hürriyetinde, gazetecinin sorma, sorgulama, denetleme görevinde direnmezsek nasıl bir Yeniçağ okuyacağınızı göstermek için hazırladığımız o en "dünya yansa ne gam"cı birinci sayfamız "şok" etkisi yaratmıştı o gün.
Ama sadece o gün... Gazetenin ömrü kadar; bir gün sürdü yarattığı infial...
Nitekim Cumhuriyet de denedi; simsiyah çıktı... Neden, niçin hatırlayan var mı; unutuldu gitti.
Bunlar hep "ellerim kırılsaydı" toplumu olmanın neticesi; köteksiz uyanamamanın...
Geliyor işte, kulak kabartsana ayak seslerine... Kokusunu alsana... Sezsene... Komşunun kapısında; seninkine dayanmasını beklemesene vurmak için kilidi!
Ama yok... O düşmanı illa kendi evinin içinde görecek benim canım milletim...
Ondan sonrası isyan;
Ellerim kırılsaydı da...
Gerisi muhtelif;
"Kanmasaydım", "alkışlamasaydım", "oy vermeseydim...", "yol vermeseydim..."
Dün baskına uğrayan Koza İpek Grubu'nun mensuplarının feryatlarının da alt metni buydu;
-Ne istedilerse vermeseydim!..
Olanla ölmüşün çaresi yok; artık geçmiş ola...
***
Benim penceremden asıl hazin duran, bu operasyonu, grubun özellikle medya ayağının geçmişte "yediği hurmalar"ı hatırlatıp da "hak" görenleri de yarın aynı kaçınılmaz nakaratın bekliyor oluşu...
Bu ülke "yaptıklarının bedelini ödüyorlar" eşiğini geçti!
Başka bir yerdeyiz artık!
Hırsızlıktan yargılanan adama, "bak sen bir de adam öldürmüşsün" deyip; cinayetten hüküm verilebilir mi? Ayrı onun mahkemesi...
Bu yeni dönemin ilk mağdurları evet dünün zalimleriydiler! Veballeri çok, çok büyük... Ama kanmamamızı gerektirecek kadar klişe bir metot var karşımızda;
En hazmedilir yerden başlıyorlar! En kolay "yandaş" toplayacakları; meşrulaştırabilecekleri yerden!
Ümraniye operasyonları nasıl başlamıştı?
Liberallerin desteğine ihtiyaçları vardı... Muhafazakârları "konsolide(!)" etmeye... Etnikçilerin güvenini kazanmaya... Amerikancılara...
Ne yaptılar?
Susturucuyu önce bu grupların topunun birden alerji duyduğu isimlerin başına dayadılar!
Hatırlasanıza; Veli Küçük, Sevgi Erenerol, Kemal Kerinçsiz, Muzaffer Tekin "alınırken" kimin gıkı çıktı?
Nasıl ki, kendini kimi "milliyetçi", kimi "ulusalcı" diye tanımlayan kişi ve kurumlar lince uğrarken, Ahmet Altanlar, Mehmet Altanlar, Hasan Cemaller, Cengiz Çandarlar bir gün sıranın kendilerine de geleceğini hesap edemediyse...
Şimdi sizi-bizi de aynı boşluğa düşürmenin peşindeler. Deniz tükendi, milliyetçilerin, cumhuriyetçilerin, askerin desteğine muhtaçlar. Ve yekpare bir tepkiyle karşılaşmamak, toplumsal dirence uğramamak için "operasyon"a bütün bu gruplara "kumpas" kurmuşluğu bulunanlardan başlıyorlar;
Ki kimileri "ama onlar da hak etti"yle meşgul olurken, farkına bile varamadan atıversinler onları da "cellatlarıyla(!)" aynı çuvala!..
Bu nedenle dün kapısına dayanılan kurumları "özgürlük" kavramıyla, "basın" misyonuyla örtüştürsek de örtüştüremesek de; dün aralanan kapıdan sızmaya çalışan zulmün nihai hedefinin "yandaşlaştıramadıkları" bütün basın-yayın organları olduğunun farkına varmak ve karşı durmak zorundayız!
Zaman az, mekan az, anlatılması gereken tuzak, ulaşılması gereken insan çok!
Seçmen, saraylının başkanlık hayallerini sandığa hapsedene kadar mecburuz; konuşabildiğimiz, yazabildiğimiz bütün mecraları yaşatmak zorundayız!
"Hukuk devleti"ni 2 Kasım'a taşımayı başarabilirsek; kim yarım bıraktığı hangi hesabı varsa görebilir adalet önünde...
Ama ya taşıyamazsak...
O zaman başımıza gelebilecekleri düşünün bir de!