On dokuz gün boyunca, yüzlerce, hatta binlerce uzman ve resmî kişilerce süren aramaya; TV'lerin de yedi gün yirmi dört saat desteği, gazetecilerin çabaları sonucunda Narin kızımızdan millet olarak beklediğimiz iyi haber gelmedi. İddialara göre: 'vicdanlı ve hür' bir vatandaşımız bilgi vermeseydi 'devlet gücü' o masum çocuğumuzun kutlu cesedine ulaşamayacaktı. Ne yazık ki bu üzücü haber hepimizi yürekten yaraladı.
Oysa içimizde hep bir umut vardı: Narin'imiz sağ salim dönecek, hep birlikte gözyaşlarımızla sevineceğiz. Ama unutmuş olmalıyız ki gözyaşları ıstıraplara, acılara, elemlere eşlik ettiği gibi sevinçlere de eşlik ediyordu sadece. Kirlenmiş, nefes almakta zorlandığımız yaşamda Narin'e kavuşmak bizi sevince boğacak derken, ölüm haberi geldi çocuğumuzdan. O acı tebessümlü küçük kızımızın melek yüzlü çehresi gözlerimizin önünden gitmiyor, gitmeyecek de... Canlı canlı gömülen kız çocuklarına bu kaderi layık gören fenalıklar topluluğu, o gülümüzü de soldurmuştu, hem de vahşice.
Ön raporda, boğularak öldürüldüğü bilgisi sunuldu topluma. Henüz, vahşetin boyutu belli değildi. Kim bilir o meleğimize hangi işkenceleri, zulümleri yaptılar da katlettiler?
Kur'an kursuna gidiyormuş Narin'imiz.
Orada, dinin emrettiği hoş görüyü, vicdanlı, merhametli olmayı, kendine ait olmayan şeylere el uzatmamayı, haram yememeyi, nefsine sahip olmayı, aç olanla yemeğini paylaşmayı ve en önemlisi Kur’an'ın emrettiği, yüce Rabb'in istediği gibi, iyi insan olmayı öğrenecekti... İddialarda, onu bunlarla 'bezemek' durumunda kalanların da şüpheli olabileceği halk oyu nezdinde konuşuluyordu oysa.
Ne yazık ki evine dönemeden kayboldu Narin. Bütün sorular sağaltıma muhtaç haldedir.
On dokuz gün süren arama faaliyeti acı bir sonla noktalanacaktı.
Yaşasaydı bugün okuluna başlayacak, arkadaşları ile koşup oynayacak, öğretmeninden bilimin aydınlığını öğrenecekti.
Olmadı, olamadı...
Ölüm, en yakınlarından, korkmaması gerekenlerde, onun güvenebileceği bir elden mi geldi acaba? Soru can alıcı.
Can alınmışken, daha da can yakıcı.
Ne yazık ki sözleşmiş gibi, bütün bir köy halkı: Narin'in kayboluşundan itibaren, sanki o hiç yokmuş, orada yaşamamış gibi susmuşlardı. Sanki kötü insanların korkusuyla köy derin bir sessizliğe gömülmüştü. Bunun temelinde sosyolojik ve fecaat halindeki gerçek neydi?
Bu küçük bedenin gözlerinin önünde, göz göre göre yok edilmesine neden olmadılar mı? Vicdanlar nasıl harekete geçmedi? Bunu bastıran 'dogma ve tabu kültü' nedir? On dokuz gündür susarak ne elde edeceklerdi ve vaatler neydi? Bunlar yanıt bekliyor ve çözülmedikçe de Narinler daha çok katledilecekler.
Peygamber'e atfedilen, 'Haksızlığın karşında susan dilsiz şeytandır!' lafzını dile persenk, uygulamada geçersiz sayan bu kötürüm ve cühelalık yurt sathından nasıl def edilecek?
Çocuk istismarlarında susan koca koca cibilliyetsizler, ne de çok dilsiz şeytanlar olarak türediler bu zaman diliminde?
Neden çocuklarımızı koruyamıyoruz?
Dinciliğin, çocuk evliliklerine sıcak bakması nasıl anlaşılabilinir, gayri insani bu hâl nasıl makullerden sayılabilir? Daha altı/yedi yaşında, bilemedin sekiz/dokuz yaşlarında çocukların evliliğe mecbur edilmesi nasıl kabul edilebilinir? Devlet mekanizması bu fenalık zincirini neden durduramaz? Bu vahşetli uygulamaları Kur'an'a bağlamak kimin haddinedir ki buna Diyanet İşleri neden müdahale etmez? Gerçi o kurum artık bizim nezdimizde 'geçersiz ve lağvedilmesi' gereken yerdedir.
Bütün bunlar birer tür sapkınlık değil midir?
Annenin diz kapağının şehvet yaratacağı duygusu nasıl bir 'dini telkin' hâline getirilmektedir?
Merdiven altı dincilik kurslarında çocuklarımız dövülüyor ve istismar ediliyorlar? Kimler bu organizasyonlara göz yumuyor?
Bazı insanlık dışı şeyler oldu da tehditle susturuldu mu bu çocuklar? Korkudan ailelerine iletemediler mi bu sapkınlıkları? Sadece düşünen bir insan olarak soru soruyorum. Narin'in ablasının da aynı yaşlarda merdivenden düşerek öldüğü sorusu bir taraftan beynimi kemiriyor. Hatta köyün kız çocukları potansiyel tehlikede mi diye bir soru geliyor aklıma. Bazen savcı olup, davayı idamla kuruyorum. Hâkim olup bir celsede bu istismarcı katillerin ipini çekiyorum sanki...
Kur'an akıl sahibi insanlara geldi. Okuduğundan anlaşılsın diye ki o da her toplum kendi okuduğun da. Düşünenler sorgulamaya devam edecekler.
Bunu 'ikra/oku' ayetinden anlamak zor değil.
Sapkınlığın Lut kavmini helâk ettiğini biliyorum, korkum bu ki sapkınlıklara göz yumdukça ceza bizi de bulacak(!).
Verilen cezanın kalıntıları bizi uyarıyor.
Bu kavmin belki de içimizde genleri var ve ısrarla onu yaşatmaya çalışanlar olabilir mi?
Her önüne gelenin din adına fetva verişinden: Ortada hangi din var ki, sorusu can yakıcı. Yüce dinimiz sanki sadece kadın bedenini kontrol ediyor gibi bir algı var. Kadınlar günah keçisi addedilmişler, çocuğu da ergini de perişan ediliyor. Din, esası belirleyen usullerden uzaklaştırılarak cinsellik üzerine fetvalar bahsine çevrilmiş; zannedersiniz ki 'dinsel değil yani cinsel' gibi bir bağlam yaratılmış âdeta.
Cinsellik üzerine bu kadar fetva olanda, olanlar koruyamadığımız çocuklarımıza oluyor mu acaba?
Çok kötü örnekler var...
Bir şekilde dincilik 'kol kırılır yen içinde kalır' anlayışıyla ve aileleri korkutarak susturmayı beceriyor belki. Bunu da din adına yapıyor görünüyorlar.
Mütedeyyin Müslümanlar, Kur’an'ı bilen insanlar niye susuyorlar, belli değil.
Allah'tan korkmuyor da onlardan mı korkuyorlar?
Sorgulamalıyız durmadan!
Okul çocuklarını toprağa mı gömeceğiz? Yoksa okul yollarında neşeyle evrilmelerini mi sağlayacağız?
Daha başka Narinlerin gözümüzün önünde katledilmesine göz yumamayız.
Ne zaman çocuklarımız adına, onların özgür gelecekleri adına ayağa kalkacağız?
Ne zaman hesap soracağız?
Aksi hâlde başka Narinleri de gizlilik içinde toprağa vereceğiz habire? Çocuklarımızı merdiven altı karanlık amaç güden yobazlara değil, Cumhuriyet'in aydınlık yüzlü öğretmenlerine teslim edeceğiz.
Ey insanlık, gömülen senin geleceğindir, umudundur, canındır, aldığın nefesindir! Onları diri tut ve yaşat!