Değerli basın mensupları ve Büyük Türk Milleti! Türk dilinin; yabancı diller ve alfabeler yoluyla kuşatılmasına, yozlaştırılmasına ve asimile edilerek yok edilmesine “Hayır” demek üzere açıklama yapma gereği duyduk. Ulu Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk, Türk dili konusunda diyor ki: “Türk dili, Türk milleti için mukaddes bir hazinedir. Bugün kendi milliyetini yapan her şeyin, dili sayesinde muhafaza olunduğunu görüyor. Türk dili Türk milletinin kalbidir, zihnidir.” Nesiller arasında var olan organik ve kültürel bağ, bir milletin devamlılığı için yeterli değildir. Devamlılığı sağlayan en önemli şey ise millî dildir. Dil yaşadığı sürece kültürün ulaştığı bütün kavramları kelimeler aracılığıyla bünyesinde toplayarak nesilden nesle aktarır ve eriştiği her neslin hem kimliği hem de hafızası olur. Yani bir bakıma bir milletin zihniyeti; dilinin yansıması, ya da dil millî zihniyetin yansımasıdır. Başka bir deyimle; millî dili ve kültürü o milletin karakterini de oluşturan genetik kodudur. Genetik kodları bozulan milletler de millet olmaktan çıkar ve yok olur. Nasıl ki, ay yıldızlı al bayrağımız “millî bayrağımız” ise, Türkçemiz ve alfabemiz de “dil bayrağımız”dır. Özetlemek gerekirse; güzel Türkçemiz, milletimizin kalbi, zihni, öz benliği, milli bilinci, genetik kodu ve hafızasıdır. Yani canla ve başla korunması gereken mukaddes bir hazinedir. Büyük Türk Hakanı Bilge Kağan, Orhun Kitabelerinde diyor ki; “Türk Beyleri kendi Türk adlarını atıp Çin Beylerinin adlarını aldılar. Şahsiyetlerini tükettiler ve Çin hükümdarına kul oldular. Bu nedenle Türk Milleti, Çin Milleti’ne kul oldu.” Yani neymiş? İsim değiştirmek, sadece isim değiştirmek demek değilmiş. Artık şu yalın gerçeği çok iyi anlamalıyız; Türk dili yok olursa Türk de yok olacaktır. Peki, dil neyle ifade edilir? Sözle ve yazıyla… Bir Türk atasözünde de ifade edildiği gibi söz uçar, yazı ise kalır. Peki, yazı ne ile hayat bulur? Alfabeyle… Evet, millî dilin ve kültürün kara kutusu ve sonraki nesillere taşıyıcısı olan yazı, milli bir alfabeyle elde edilir. İşte bu nedenle milli sınırlar içine bulunacak her türlü isim ve tabelanın Türk dili ve Türk alfabesi kullanılarak yazılması son derece önemlidir. Peki ya milletçe bugün geldiğimiz nokta nedir? Toprakları satılıp savılmış, millî kimliği işportaya çıkarılmış, illeri ilçeleri ve mahalleleri yabancı etnik kimliklerle doldurulmuş bir Türk Milleti! Caddeleri, sokakları ve işyerleri yabancı tabelalarla istila edilmiş, sahil ve sınır kentlerinden Anadolu bozkırına doğru sürülmekte olan, kendi öz yurdunda garip ve kendi öz vatanında parya ve hatta yabancı haline getirilmekte olan bir Türk Milleti! Ne yazık ki, karşımızdaki yalın gerçek budur. Sokağa çıktığınızda kaldırın başınızı ve lütfen bir etrafınıza bakın. Açılan ticarethanelerin çoğunun isimleri artık Türkçe değil! Oysa tabelalar, artık o şehirlerin ikinci kimliği gibidir. İstanbul’a gelen bir yabancı, yarım saat gezinse Türkiye’de olup olmadığı konusunda kuşkuya düşebilir! Sahil şehirlerimizde de durum farklı değildir. Bırakın işyeri tabelalarını; bu kentlerimizdeki apartmanların, sitelerin ve tatil köylerinin bile neredeyse tamamının isimleri yabancılaşmıştır! Konu sadece tabelalarla da sınırlı kalmamış, hükümetin yabancı iskânındaki yanlış uygulamaları nedeniyle; başta Antalya olmak üzere, sahil ve sınır kentlerimizde Türkler azınlığa düşürülmüştür. Kendi okullarımızdaki sınıflarda azınlık haline düşürülen Türk çocukları, diğer öğrenciler tarafından yabancı olarak görülmeye ve oyunlara alınmamaya başlanmıştır. Buralarda kalan Türklerin önemli bir kısmı ise; çaycı, çorbacı, camcı, çerçeveci, hizmetçi ve çöpçü konumundadır. Özellikle Suriyeliler dil ve kültürleri ile neredeyse bizi istila etmektedir. Onlar için açılan Türkçe kurslarına rağmen, Türkçe öğrenmedikleri gibi, açtıkları işyerlerine de Arapça isimler/tabelalar koyup, kendi dillerinde konuşmayı tercih etmektedirler! Hükümetin direkt veya dolaylı yardımlarıyla kolayca ruhsat verilerek iş yeri açmaları sağlanan Suriyeli sığınmacılar, yasalarımızı da hiçe sayarak, işyerlerine Arapça isimler vermeye ve inatla Arap alfabesini kullanmaya devam etmektedir! Ülkenin gerçek sahibi olan Türkler; ağır vergi yükleri altında ezilirken, onlar bir kuruş dahi vergi ödememektedir. Yozlaşma ve asimilasyon yalnızca tabelalarla da sınırlı değildir. Örneğin; eczane ve kozmetik sektöründeki ürünlerin neredeyse tamamının isimleri yabancılaşmıştır. Başta tekstil sektörü olmak üzere birçok sektörde dil ve alfabe yozlaşması bir kasırga gibi Türkçeyi silip süpürmektedir. Adana ve Bolu gibi illerimizdeki belediye başkanlarımızın inisiyatifleriyle bazı yabancı tabelaların indirilmeye başlanmış olması olumlu bir gelişme olmakla birlikte, bu büyük yıkımı durdurmaya yeterli değildir. Geldiğimiz bu noktada, Türk Dili’nin korunması için “Millî bir dil politikası” oluşturulması artık bir zorunluluk haline gelmiştir. Bu küstahça bir istila girişimidir. Yabancı dilde isim ve tabelaları kabullenmek ise, Türk milli kimliğinin asimilasyonunu ve Türk dilinin istilasını kabul etmek demektir. Bu nedenle Gücümüz Anadolu Platformu olarak bizler, Karamanoğlu Mehmet Bey’in izinden gidiyor ve yabancı dillerde tabelalara hayır diyoruz. Aynı Hacı Bektaş Veli gibi: “Bu yurtta Türkçe konuş, Türkçe sev ve Türkçe yakar” diyoruz. Sinsi bir asimilasyona ve sessiz bir istilaya karşı, anayasamızın bize verdiği hakları kullanarak ses yükseltiyoruz. Milletimizden aldığımız güçle, bu tabelaların yurdun her yerinden indirilmesini talep ediyoruz. Atatürk’ün deyimiyle milletimizin kalbi ve zihni olan dilimizin, yabancı dillerdeki tabelalarla asimile edilerek nihayetinde hafızamızın ve benliğimizin silinmesini en sonunda da kalbimizin sökülmesini asla kabul etmeyeceğimizi haykırıyoruz. Yapılacak olan kanuni düzenlemelerle bu garabeti sonlandırmak üzere, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni ve hükümeti görevini yapmaya davet ediyoruz.