Bu yol çıkmaz sokak (07 Haziran 2013)

Yüzde 50’yi istediği zaman ‘bindirilmiş kıtalar’ gibi sahaya sürebileceğini düşünen kafa da, o yüzde 50’yi aşağılayarak, kömüre ve makarnaya tav olmakla suçlayarak hakaret eden kafa da bu ülkeye hizmet etmiyor... Çünkü bu yaklaşım, bloklaşmaları artırır, demokratik ikna ve geçiş kapılarını kapatır, siyaseten oyu belirsizleşmeye başlayan iradeleri eski mevzilerine geri döndürür ve sabitler... Bu da kimin işine gelir, iyi hesaplamak lâzım...
Melih Gökçek, belediye başkanlığını 1994’ten beri aralıksız kazanıyor... Kendisine seçim kazandıran özelliği, ne hizmetleri, ne de çok sevilmesi... Her seçim dönemi öncesinde ‘sorumsuzca’ ama ‘kurnazca’ bir kampanya yürütüyor... Bilinen sağ ekollerin herhangi birisinin fanatiği olmamasına rağmen, kampanyayı ‘sol karşıtlığı’ üzerine oturtuyor ve kendisini ‘kaybederse yerine sol gelecek adam’ pozisyonunda tutuyor... Günler daraldıkça ‘gerilim’i kontrollü biçimde yükseltiyor ve kendisini galibiyete taşıyacak bir ‘sağ blok’ oluşturuyor... Son seçimde CHP’nin adayı Murat Karayalçın’ın neredeyse ‘PKK sempatizanı’ ilan edileceği bir propaganda dönemi yaşadık... Seçime bir hafta kala bilboardlarda simsiyah bir tabloyla karşılaştık... Sözde ‘’sahipsiz’ ilanlarda şu yazıyordu: “Gökçek gidecek/ sol gelecek”...
Gökçek bu ‘kutuplaştırma siyaseti’nden hep zafer çıkardı... Şimdi Türkiye’de olana bitene ve Başbakan Erdoğan’ın tavrına bakınca insan, anlamlandırmakta zorlanıyor... Ülke Orta Doğu ülkelerini çağrıştıran bir yangına sahne olurken, ‘bir numaralı otorite’nin daha da alevlendirici tavrını nasıl yorumlamak gerekiyor? Bu psikoloji siyasetin mi, yoksa tıbbın mı ilgi alanına daha çok girmektedir?
Halk gerilmiş, insanlar arasındaki köprüler atılmış, birlik ve beraberlik duygusu zedelenmiş diye hiç umursamadan, sözünü ettiğimiz sorumsuz teknikle önümüzdeki ‘3 seçim’ kazanılabilir mi? Örneklerden de anlaşılacağı üzere elbette kazanılabilir de, burada siyaseti değil vatanseverliği önceleyerek asıl sorulması gereken soru şudur: Siyaset laboratuvarlarında gerilim damıtılarak elde edilen zaferler, bu ülkeye ne katmakta ve neleri götürmektedir?
İşin otomasyona bağlanmış en trajik tarafı, muhalefetin önemli bir kesiminin ‘yöntem ve üslup’ itibariyle bu değirmene su taşıyor oluşudur... Şimdiye kadarki ‘hezimet’le sonuçlanan tecrübelerden ders çıkarılmamış olması, aynı yöntemde ısrar, o yüzde 50’nin siyasî tahlilindeki beceriksizlikle topun makarna ve kömüre atılması, filmin başa sarılıp tekrar tekrar izlenmesine yol açıyor...
Dokuyu sertleştirmek ve siyasî parselasyonlar arası geçişleri kapamak siyasî iktidarın işine geliyor... Şu anda 3 anket firması, ülkede yaşananların siyasî tabloya etkisini ölçmek için sahadan veri topluyor... Bloklaşma artmış mı, artmışsa bunu hasadı kime ne kadar yansımış, ölçülüyor... Türkiye tarihinin en kritik seçimleri yaklaşırken bütün faktörler, provokatif, ajitatif ve ‘bilimsel’ yöntemler devrede...
Yüzde 50 edebiyatına sarılan iktidarın en çok hoşlanacağı ‘karşı tavır’, o yüzde 50’nin bağlarını gevşetmeye ve kalbini kazanmaya yönelik samimî bir duruş değil, ona şimdiye kadarki tercihleri dolayısıyla hakaret eden, sahip olduğu değerler dolayısıyla onu inciten tavırdır...
Tekrar vurgulamak gerekirse, bu yaklaşım, bloklaşmaları artırır, demokratik ikna ve geçiş kapılarını kapatır, siyaseten oyu belirsizleşmeye başlayan iradeleri eski mevzilerine geri döndürür ve sabitler... Açılım sürecinde ‘surda açılan gedikler’i rehabilite etmeye çalışan AKP’nin iktidarı yeniden ‘beleş’e getirmesine imkân sağlar... ‘Safları sıklaştırma’ amaçlı yüzde 50 goygoyculuğu boşuna değil... O da biliyor sokağa inme heveslisi yüzde 50’nin filan olmadığını... Ama tepkileri hesaplıyor... Sokağa inmeseler de, ‘karşı’ya göre pozisyon alarak, sessiz sessiz sandığa gidip oyunu atacak yüzde 50’yi bloke etmeye çalışıyor...
O ‘beleşçi kafa’, safları sıklaştırmak için politik kurnazlık yaparken, saflığın âlemi yok...

Yazarın Diğer Yazıları