Bu ne yaman ironi böyle
Ne diyor "seçilmiş diktatör Hitler"in propaganda bakanı Goebbels:
"Bir insana yalan olsa bile bir söylemi sürekli tekrarlarsanız, o söylemin nereden geldiğini unutur ve kendi fikri gibi benimser ve savunur..."
Teknik o olmalı ki, defalarca yazılmış, konuşulmuş ve tarihi örneklerle/belgelerle çürütülmüş bir tez olmasına rağmen, dün hâlâ "seçimle gelen diktatör olamaz" masalı anlatılıyordu "medyanın Ankara köşeleri"nde.
Gerçek de yalan gibi tekrarlandığı ölçüde kabul görür mü emin değilim ama ben bir kere daha şansımı deneyip bu "savunma"nın neden tutmayacağını izah edeyim:
Çünkü bu dünyanın bir "Hitler" tecrübesi var!
Yetim, yoksul, eğitimsiz, işsiz güçsüz bir "halk çocuğu" olarak başladığı siyasette önce Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi'nin liderliğine yükseldi. Ardından, 1930'da partisini yüzde 18 ile ülkesinin en çok oy alan ikinci partisi, 1932'de yüzde 37 ile en çok oy alan partisi ve 1933'te yüzde 44 ile parlamento çoğunluğuna sahip partisi haline getirdi!
Demokrasiyle gelmedi mi?
Demokrasiyle mi yönetti?
Çünkü bu dünyanın "Mussolini" gibi bir tecrübesi var!
İktidarı kralın kendisini atamasıyla başlamış olsa da iki yıl sonra sandığa gitti. Yüzde 30'la milletvekillerinin üçte ikisini elde ederek "seçildi"; "seçilmiş lider"di.
Demokrasiyle gelmedi mi?
Demokrasiyle mi yönetti?
Ülkenin demokrasiyle mi yoksa demokrasiyi sakatlayan hatta ruhuna el Fatiha okutan başka bir rejimle mi yönetildiğini belirleyen şey, iş başındakilerin yönetime demokratik yollarla gelip gelmediği değil, demokrasiyi benimseyip benimsemedikleridir.
Kaldı ki, son yıllardaki iç ve dış politikasının ana aksını "seçilerek gelmiş" Esad'ı "diktatör" ilan ederek oluşturmuş bir ülke için "ama seçimle geldi" savunması sadece ironiktir.
Ah şu bizim "cadı"lar…
"Rahatsız edici" görüş ve yayınları nedeniyle öğretim üyelerini kovdular.
Aralarında Huckleberry Finn ve Alice Harikalar Diyarı'nda'nın da olduğu 30 bin kitabı "sakıncalı" diye yaktılar.
"Televizyon programları ve sinema filmleriyle genç dimağları zehirliyorlar" diye yüzden fazla sanatçıyı sorguladılar.
Sanatçılar, yıllar önce katıldıkları bir dernek toplantısından, arkadaş çevrelerine kadar "suç olmayan" sayısız gerekçeyle "suçlandılar."
"Ülke çıkarları için çalışacak birer tövbekâr olduklarını kanıtlayanlar" paçayı kurtardılar;
Ve özür dileyenler, el pençe divan duranlar, arkadaşlarını hedef gösterenler, muhbirliğe razı olanlar...
Onlar, "bu yapılanlar yasaya aykırı" diyen, hak ve hukukun peşinde koşan diğer sanatçıların aksine işlerini kaybetmedikleri gibi, bir de hızla yükseldiler.
Ama siz sakın sıkmayın tatlı canınızı; bütün bu yazdıklarım hem de bundan neredeyse 60 yıl önce, dünyanın öbür ucunda, "okyanus ötesi"ndeki ABD'de yaşandı sonuçta; bizimle, sizinle ne alakası var!
ABD'de Wisconsin senatörü Joseph McCarthy'nin, Amerikan yasalarını da ayaklar altına alarak başlattığı ve "Cadı Avı" diye anılan bu sürecin temel özelliği "korkunun sömürülmesi"ydi.
Aralarında Orson Wells'ten Charlie Chaplin'e kadar onlarca ünlü ismin bulunduğu "cadı(!)"ların büyük bölümünün sorgulamaları televizyondan yayınlandı; ki, nasıl zulme uğradıkları, biat etmeyenin sonunun ne olduğu, nasıl sinmek durumunda kaldıkları, nasıl kendilerini ve fikirlerini ve sevdiklerini sattıkları, nasıl döndükleri ibret olsun cümle aleme!
Dün...
Müjdat Gezen ile Metin Akpınar'ın, adliye koridorlarında ellerinde küçük birer pet şişe su, bir tostla çekilmiş görüntülerini izlerken çok eski zamanlarda, bizden çok uzakta yaşanmış o trajik dönem geldi nedense benim aklıma.
Ve hatırlatmak istedim:
Dünya, McCarthy'e de kalmadı sonunda!
"Örgütlü suç" suçlamasını duyunca ben...
SORU-YORUM
Metin Akpınar, madem ki "sanatçı müsvedde"siydi, 2010 yılında, dönemin Başbakanı, kendisini neden Dolmabahçe'de "sanatçılarla" yaptığı bal kabağı börekli, kruvasanlı "açılım kahvaltısı"na davet etti?
GÜNÜN SÖZÜ
Milleti kederde ve tasada birleştirene 'profesyonel politikacı', neşede ve kıvançta birleştirene 'sanatçı' denir. Müfit Can Saçıntı