Bu mantık düzelir mi?
Yıllardır, “NATO yönergeleriyle terörle mücadele yürütülmez, aksine askerimizi işgalci durumuna düşürürsünüz” diye yazıyorum. Benzer şekilde polis için de İsrail’in Filistin’de uyguladığı anti terör eğitimlerinin aynı sonucu doğuracağına dikkat çekiyorum. ABD’nin Vietnam’daki direnişçilerin yahut İsrail’in Filistin’deki mücahitlerin karşı mücadeleleri üzerine geliştirdiği anti terör yöntemleri ve bu doğrultuda yayınlanan talimnameler Türkiye’de uygulanmamalıdır. Aksi halde “adi suçlu” konumundaki teröristleri “gerilla” statüsüne yükseltirsiniz.
Türk Ordusu eğer Kuzey Irak veya Suriye’de çarpışsaydı, bugün TSK için 20 yıldır tasarlanan özel harp ve terörle mücadele modelleri doğru sayılabilirdi. Net olarak söylüyorum. TSK’nın elindeki talimnameler işgal edilmiş ülkelerdeki terör/gerilla taktiklerine karşı uygulanmak için yazılmıştır. Ancak ordumuz ’işgal’ ordusu değildir ve görev yaptığı coğrafya da kendi vatanıdır.
Referansların gayri milli seçilmesinin izlerini, emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ’ın emekli Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ ile Bodrum’da yaptığı ve Milliyet gazetesinde yayınlanan röportajda görebiliyoruz. Başbuğ, “liberal demokrasinin en uygun siyasal sistem olduğunu” belirterek, “Güney Afrika modeli” ni öneriyor. Başbuğ’a göre etnik grupların ülkenin dört bir yönüne dağılması ve ekonomilerin entegre olması gibi unsurlar aynen Türkiye’de mevcuttur ve Türkiye’nin de bölünmezliğinin nedenlerini oluşturur. Oysa Güney Afrika, siyah (yüzde 90) ve beyaz olarak net çizgilerle ayrılan, 10 tane resmi dili bulunan ve dünyada ırk ayrımcılığının merkezi sayılan bir ülkedir. Zaten Elekdağ, “ana dille eğitim” konusunu hatırlatınca, Başbuğ, “anayasasında resmen yer almış mı bilmiyorum” diyerek geçiştiriyor.
Başbuğ’un terör konusunda Amerika’yı aklama gayretleri, yıllarca Türkiye ile ABD’nin arasını iyi tutmak için gayret gösteren Elekdağ’ı bile şaşırtır. “Şartlar el veriyorsa ABD’nin buna (Türkiye’nin Kuzey Irak’ta operasyon yapmasına) karşı çıkması söz konusu değil.” sözlerine itiraz eder: “Bu beni şaşırttı. Çünkü ABD, resmen TSK’nin Kuzey Irak’a kara harekâtı yapmasını engelliyor.” Ancak Başbuğ ısrarlıdır: “Amerikalılar samimidir. Kafalarında ne varsa, hedeflerini, amaçlarını, doğrudan ortaya koyarlar. Biz böyle düşünüyoruz derler. Artı, bir konuda düşüncelerinizi rasyonel olarak anlatırsanız onları ikna edebilirsiniz. Bu benim kanaatim.”
Elekdağ 2008’deki ABD’nin muhalefetini örnek verince Başbuğ, Beyaz Saray sözcülerini aratmayacak kıvraklıkta ABD’yi savunmaya devam eder. Başbuğ, 1 Mart 2003 tezkeresinin geçmemesine de hayıflanmaktadır. Büyükelçi Elekdağ, “Amerika’nın yanında yer olsaydık Amerika’nın saplandığı batağa saplanmayacak mıydık?” sorusuna, “Eğer o anlaşma geçseydi olacak tablo şuydu: Türkiye-Irak sınırında biz bir hat çizdik. PKK’nın kullandığı bütün güvenli bölgeler bu hattın kuzeyinde kalıyordu. Amerikalılarla bu konuda da hemfikir olmuştuk. TSK bu bölgeye girecekti. Hiçbir birliğimizin kalkıp Saddam ordusu ile çatışması da söz konusu değildi.”
İlker Başbuğ’un daha önce de belirttiği gibi Türkiye’nin terörle mücadele konusunda yetişmiş uzmanı yok. 25 yıl boyunca sorunu çözmesi beklenen tek mercii de uzman yetiştirmemişse Türkiye’nin gerçekten bir sorunu var demektir. İlker Başbuğ, “Terör Örgütlerinin Sonu” adlı kitabında, 1993 yılından beri strateji olarak “alan kontrolüne” önem verildiğini de belirtiyor. Yarım manga askerle kilometrekarelerce alanı korumaya kalkışan ve acemi Mehmetçiği teröristlerin avı haline dönüştüren stratejiyi üretenlerin bugün, “Kırsal alanda ve dağlık arazide terörle mücadeleyi silahlı kuvvetler dışında hiçbir kuvvet yapamaz.” demesine ancak acı bir tebessümle cevap verilebilir. Allah milletimize sabır versin!